Zillet, hor görülme, horlanma, aşağılanma, alçalma demekmiş, Türk Dil Kurumu öyle diyor. İktidarı oluşturan ittifakın karşısında kim varsa ona diyorlar şimdi ‘zillet’ diye. Kafiyeli, şifreli nutukları, ağdalı sözleri pek seven bir devlet büyüğü, bize yani halkın yarısına yani 40 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına “zillet” diyor, bu benzetme en büyüğün de hoşuna gidiyor. Ülkemizin tek elden […]

Zillet, hor görülme, horlanma, aşağılanma, alçalma demekmiş, Türk Dil Kurumu öyle diyor. İktidarı oluşturan ittifakın karşısında kim varsa ona diyorlar şimdi ‘zillet’ diye. Kafiyeli, şifreli nutukları, ağdalı sözleri pek seven bir devlet büyüğü, bize yani halkın yarısına yani 40 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına “zillet” diyor, bu benzetme en büyüğün de hoşuna gidiyor. Ülkemizin tek elden yönetilen yazılı ve görsel basını da hizmet ettikleri kampanyanın ortak dili olarak bizlere ‘zillet’ diye hitap etmeyi görev sayıyor. İktidarı oluşturan güçlerin ekonomik krizle örselenmiş kamuoyu desteğiyle girdiği yerel seçimleri kazanmak için geliştirdiği stratejinin bel kemiği zaten bu. Amaç, milleti cumhur ve ‘zillet’ ittifakları arasında tercih yapmaya zorlamak. Bu zorlamayı da “patlıcan yemek mi devletin beka sorununu ortadan kaldırmak mı?” şeklinde basit ve anlaşılabilir bir soru haline getirip dayıyorlar seçmenin önüne. Velhasıl, Ankara’da dayısı olmayan, kurban gelse payı olmayan, Mahzuni’nin pek güzel söylediği gibi haftası olmayan ayı olmayan biz milyonlarca vatandaş, kader yolunda yorgun, hayat yolunda küskünken; gözümüzün yaşı şakır şakır akar, altımızda tahta döşek takır takır ederken; ölüler bizden rahatken bir de şimdi ‘zillet’ olduk çıktık devletin başına. İyi mi? İyi değil elbet. Peki, ne yapalım? Nerelere gidelim? 40 milyon kişi, çoluk çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, nerelere gidelim de cumhuru bu zilletten kurtaralım? Bir yere gidecek değiliz. Buradayız işte. Peki, bize ‘zillet’ diyen büyüklerin ‘zillet’ten kurtulma çareleri nedir? Büyüklere akıl vermek haddimize değil elbette ama 31 Mart’ın sonrası 1 Nisan. İşte 1 Nisan şakası gibi bir öneri: Oldu olacak dilinizle bu milletin ortasına ördüğünüz duvarı, çok sevdiğiniz beton bloklar halinde getirip koyun aramıza da ‘zillet’ bulaşmasın memleketin geri kalanına. Biz ki, referandum sürecinde şeytan, her seçimden önce terörist, körü körüne biat etmeyince hain ilan ettikleriniziz, bu kez de ‘zillet’ deyin bölen dilinizin ördüğü duvarın adına. Dünyanın son utanç duvarı olacaktır aramızdaki duvar, bunu da böyle bilin yalnız ve hiçbir duvar sonsuza kadar ayıramaz her iki tarafında ayrı ayrı ezilenleri. Duvarla ayrılanlar, önünde sonunda duvarın arkasındakilerin düşman olmadığını anlarlar ve o gün gelip çattığında, akıl galip geldiğinde, asıl kızılması gerekenin bizzat duvarı ören büyük büyük eller ve diller olduğunun farkına varırlar. Öyle ters teper ki bu illet kumar, milletin feraseti, dirayeti ve cesareti ortada ne beton bırakır ne de duvar!