Avrupa’nın kültür başkenti olduk. O günleri bir anımsayın; bir çeşit olimpiyat şampiyonu gibi kendi kendimizi omuzlara alacaktık...

Avrupa’nın kültür başkenti olduk. O günleri bir anımsayın; bir çeşit olimpiyat şampiyonu gibi kendi kendimizi omuzlara alacaktık neredeyse. Çünkü işin içinde çok önemli bir şeyin “baş”ı olma vardı. Hem de o şey kültürdü, Avrupa’ydı...
Şimdi 2010’a sekiz ay kala, böylesi heyecan görüntüleri eskidi gitti. Oysa tam da bu günlerde tüm hazırlığın bitmiş olması gerekirdi. Bitmeyen birkaç son çalışma için de son çabalar, son stresler yaşanıyor olmalıydı. Yetişecek yeni salonlar, yeni sergi yerleri, sanat işlikleri… Sel gidip kum kalınca, bunlar, yapılan işlerin bir sonucu olarak kente eklenmeliydi. Kültürel dönüşüm sağlayıcı bir işlev için yol buydu. Bu tür büyük tasarıların hedeflerinden biri olarak, kalıcı kazanımlar kalmalıydı geriye. Dünyanın ortak kültürel mirası olarak, bunlar bizi kültürlemeye devam etmeliydi. Ne gezer.
Asla o taraklarda bezi olmayan “resmi görevlilerin” bürokratik gözetimi altında bazı etkinlikler yapılacak belki. Deneysel sanatın estetiğiyle, içeriğiyle hiç ilgisi olamayan bir bakışa sahip kişiler işin başında olacak. Sanatın içerdiği yeni, öncü, yırtıcı/yapıcı diye niteleyebileceğimiz özelliklerle hiç ilgisi olmayan bir sanat siparişçisi tavrı. İktidarın taze sahibi 18.yy bujuva sanat siparişçisinin de kat be kat gerisinde, bir parlak pakette sanat siparişçiliği. Ortalıkta, geçici bir görüntü yaratılacak belki.Yerel ve ulusal yürütücü erkler, sokaklardan yansıyan absürd ve avangard tablolarla “işte yaptık” diyecekler. Oysa aslolan, demokratik katılımla, etkilemek ve dönüştürmektir. Olmaz olsun, kimin derdinde! Bir çeşit “kültür şeysi” yapıyos! halleri…
Geçtiğimiz yıllarda kent ve estetik başlıklı bir sempozyum için bir sunum hazırlamıştım. Görsel destek için İstiklal caddesi’nde fotoğraf çekiyordum. Caddede kocaman bir inşaat paravanı. Ne idüğü belirsiz.
Kamuoyunu bilgilendirecek, denetim açısından olsun, kültürel/demokratik müdahale adına olsun, bir açıklama yazısı yok. Tam da oraya, telaşlı bir sevinçle, telsizli bir dizi adamlar kocaman afişler astılar;  Kültür Başkenti olmayı başarmışız. O afişlerin fotoğrafını çektim. ODTÜ’deki sunumumda paravanın arkasındaki yapının kaçak olması olasılığından söz ettim. Dediğim çıktı. O yapıyla ilgili bir karışıklığın yaşandığı, geçenlerde basında yer aldı.
Sözünü ettiğim sunumda  trans-estetik diye bir kavram uydurmuştum. “12 Eylül ile iktidar saf olarak sonunda “muktedirlerin” eline geçmiştir. Bu kesin iktidar sahipliği ile birlikte, insanın kimliği ve kişiliğinde gerçekleştirilmek istenen parçalanma süreci hızlanmış, kitlelerin şimdisi ile geleceği birbirinden koparılmış, geleceği  ile bağı koparılan insan, post-insana dönüşmüştür.
J. Baudrillard’ın batı kültürünü eleştirirken kullandığı “trans-estetik” ve “trans-politika”dan mülhem, post-insan kavramının kullanmayı doğru buluyoruz: Kötünün kötüsü bir estetik anlamında ele alınan trans-estetik gibi, insan da artık en temel insanı özelliklerini kaybettirilmiş bir hale getirilmiştir.” Çalışmamda, kimi kuramcıların metinlerini ele alarak, iri sözler etmiştim.
Şimdi de bu kültür meselesinde kavramı genişlettim, “trans-kültür” demeye cesaret ediyorum. Yani kültür ötesi bir manzara ile karşı karşıyayız. Ya da şöyle deyelim; kültürü transit geçen bir durum. Daha günceli; kültürü teğet geçen bir Avrupa Kültür başkenti  “porocesi”!
Alın size Avrupa’nın kültür başkenti. Sanata, sanatın işlevine, yaşamsallığına inanmayan bürokratların elinde. İşkenceyi yasaklayan hukuksal düzenlemeler karşısında, bu düzenlemeleri hiç de içine sindirmeyen, içselleştirmeyen polislerin yüzlerini ekşite ekşite kurallara uyması gibi bir haldir bu. Kendi iradesine kalsa, bir tekine bile onay vermeyecekleri işlere, “böyle gerekiyor” kerhenliği ile imza atan bir anlayış.
Sadece yeri geldiğinde, biraz da Yeni Osmanlıcılık dürtüsü ile olsa, “Başkent” e özel bir vurgu yapmak halleri.  Osmanlı cedlerimiz Avrupa başkentlerini titretmişti. Şimdi de onların başkenti olduk, baş eğdirdik. Bellerin kırdık.
Bürokratik yapı da harıl harıl çalışıyor. Gelsin “poroceler”, gitsin paralar. Kültür bazlı değil, “poroce” bazlı bir başkent oluverdik kısa sürede. İçselleştirilmemiş kültürel durumda birkaç “iç etme” halleri mi nedir, bakmak gerek.
Böylesi bir tabloda ta başından beri deyip durduğumuz kültürel dönüşüm mümkün mü? Bakıp, izleyeceğiz. Kendimizi Avrupa Kültür Başkenti komiseri, hatta serkomiseri ilan ettik. İzleyeceğiz. Bu kültür daha çok yazı kaldıracak. Dileğimiz, yüzümüzün kara çıkmasıdır.