Türkiye’de sinemanın altın yıllarını yaşadığını iddia edenler vardı. Türk filmlerinin toplam gişesinin yabancıları geçmesi, yerli film

Türkiye’de sinemanın altın yıllarını yaşadığını iddia edenler vardı. Türk filmlerinin toplam gişesinin yabancıları geçmesi, yerli film ile yabancı film gişeleri arasında Avrupa’da en iyi oranlara sahip olmamız derken, bu yıl yerli filmler nezdinde bir patlama olduğu haberleriyle yeni sezonu açtık.
Yaklaşık olarak 80 civarında Türkiye Sinemasından filmin gösterime gireceği, bunun son yirmi yılın en iyi rakamları olduğu söyleniyordu. Üstelik bütün bunlar dünya çapında bir krizin içinde gerçekleşiyordu. Batılı Dünya’da krizler genel olarak sinema gişelerini azaltmıyor. Üstelik kimi durumlarda artırıyor: insanlar genel olarak daha pahalı eğlence araçlarından feragat ederken, bir sığınma biçimi olarak küçük çaplı eğlence aracı için sinema tercih ediliyor. Oysa ülkemizde kişi başına milli gelir, öte yandan sinemaya giden gençliğin gelirleri söz konusu edildiğinde sinema biletleri gerçekten çok pahalı. Vergiler ve sinema salonlarının biletlerden aldıkları gelirler de büyük oranlarda. Dolayısıyla hem seyirci sayısı azalıyor, hem de vergi dilimleri de düşüldüğünde yapımcıya düşen gelir büyük oranda kesintiye uğruyor.
Ama 2009-10 gösterim yılında böylesine genel olumsuz tablo içinde büyük çalkantılar oldu. Bu yıl yabancı filmlerden milyon barajını aşan ve sinema salonlarını dolduran birçok film gösterime girdi. Dahası yerli filmlerin film başına elde ettiği hâsılat ise inanılmaz oranda düştü. Yabancı filmlere ilgi artarken, yerli filmler için ister ticari olsunlar ister sanatsal izleyici sayısında radikal düşüşler yaşandı. Ticari film sıfatı taşıyan ve milyonlarca kişiyi hedefleyen filmlerde seyirci sayısı yarı yarıya azalırken, sanat filmlerinin önemli bir bölümü bırakın yapımcıya para kazandırmayı, kendi kopya paralarını ancak elde ederek gösterim süreçlerini tamamlayabildiler.
Bütün bunlar bir kez daha Türkiye Sinemasının Desteklenmesi ve sinema piyasasının tamamen yeniden düzenlenmesini tekrar gündeme getirmektedir.
Ulusal sinemanın desteklenmesi için;
Vergi dilimlerinin yeniden yapılandırılması, yerli filmlerdeki oranların düşürülmesi, yabancılarda ise artırılması,
Nitelikli filmlerin vergiden muaf tutulması, Özellikle ulusal filmler ile kısmi olarak yabancı sanat filmlerinin gösterimi için arthouse tipinde bir gösterim ağının oluşturulması,
Yazılı ve görsel basının ulusal sinemanın örneklerine çok daha bilinçli olarak ve özel bir hassasiyetle yaklaşması,
Tartışma programlarında özel olarak filmlerin ele aldıkları konular üzerinde fikri tartışma yapılması,
Belediyelerin ulusal kültür ve kimlik konusunda çok daha etkin olması,
Sinema yapmak isteyenlere yönelik Kültür Bakanlığı bünyesindeki desteklerin çok daha bilinçli ve sistematik hale getirilmesi ve ama özellikle destek miktarlarının çeşitlendirilmesi ve artırılması
Bunların da ötesinde Kültür Bakanlığının merkezde durduğu şekillerde sinemamızın dünya piyasalarına açılması için çok daha bilinçli olarak hareket edilmesi, dünya sinemalarına çok daha başarılı olarak girebilmenin yollarının yaratılması,
Özellikle ülkemizdeki sinema sanatımızın kültürüne, tarihine, estetiğine, felsefesine yönelik değerlendirmeler yapan dergilerimizin desteklenmesi, önemli sinema yazarlarımızın art arda dünyanın değişik ülkelerinde sinemamız üzerine yazılar yayınlayabilmelerinin koşullarının yaratılması ve teşvik edilmesi….
Sevgili dostlar, yapılacak çok iş var, sinemamızın ise anlatacağı çok önemli hikayeler, kendine özgü bir duyuş-seziş-dışavurum biçimler var. Türkiye’nin gerçekten nüfusu incelendiğinde inanılmaz bir genç nüfusu var. Avrupa’da genç nüfus oranlarında da birinciyiz, bu anlamda gerçekten yetenekli ve istekli çok geniş bir kesim sinema yapmak istiyor. Bunun dünya çapında bir çıkışın örneklerini yaratmaması için hiçbir neden yok. Ancak böylesi bir çıkış için, desteklerin çok sistematik olarak ve bir plan/öngörü dâhilinde yapılması gerekiyor, aynı şekilde altyapının tümden yeniden organize edilmesi gerekiyor.
Yeni Türk Sineması gerçekten küllerinden doğmuş ve sıfır noktasından dünya çapında önemli bir sinema haline gelmiştir. Şimdi yeni bir atılım yapma dönemine girmiş bulunuyoruz; bunun için gerekli maddi deneyime sahibiz, bu deneyimleri aktif politikalara ve yatırımlara dönüştürecek aklımız ise –tarihimiz bize bunu söylüyor- her zaman kıt oldu. Bunları tekerrür ettirip yerimizde oturmak ise ancak ahmakça olabilir; yüzümüzü dünyaya dönmeliyiz birincisi, aynı zamanda kendi iç sinema piyasamızı da yeniden yapılandırmalıyız. Pazarımızın büyümesi, dış pazarlara açılmamızı da tetikleyecektir. Şu anda yalnızca bilinçli bir yapılanma ile Avrupa’daki filmlerimizin toplam hâsılasını iki katına çıkarmak mümkündür. Dünya çapında Yeni Türk Sineması seçkilerini yapmamız, dünyanın farklı ülkelerinde televizyonlarda filmlerimizin gösterilmesi… Bunların hiçbirisi ne yapılamazdır, ne de bunlar için büyük harcamalar gerekir. Biz de asıl eksik olan bunları planlayacak ve başarılı bir şekilde uygulayacak sistematik ve pozitif olarak çalışan bir akıldır.
Şu anda sinemamız bir tıkanmanın eşiğinde, bir yandan büyük bir çıkış yaşanırken, öte yandan krizin eşiğine gelmek plansız ve uzun vadeli düşünmeden bütün ürünlerimizi piyasanın anarşisi içinde yalnız bırakmaktan kaynaklanıyor. Yahşi Batı, Recep İvedik… yanına son olarak 2012 saçmalıkları, eksik olası aptalca Avatar “görsel şölenleri” dersek kaybeden biz oluruz. Türkiye sineması eğer bir çıkışın eşiğindeyse, bilindiği gibi çıkışların zemini kaygandır, sebatla ve bilinçli ilerlenmediği zaman, kayıp zemine çakılmak gerçek bir olasılıktır. Üstelik sinemamız için, örneğin bir Ortadoğu pazarı hala bakir bir şekilde duruyor, açılmamak için hiçbir neden yok, oturduğumuz yerden ise nesnellik bizi hiçbir yere götürmeyecektir.