21. yüzyılı, sol alternatif kuracak
Son kırk yıl boyunca emek örgütleri, sol siyasal partiler ve sosyalist düşünce okulları neoliberal küreselleşmenin sonunun gezegenimiz ve insanlık için yıkım olacağını savundular. Hayal edilen yeni dünyaya ilişkin sol alternatifi oluşturdular.
SEYHAN ERDOĞDU
21. Yüzyılın birinci çeyreği sona ererken dünya büyük bir altüst oluşun eşiğinde görünüyor.
Mali krizler, iklim krizi, pandemiyle birlikte derinleşen ekonomik kriz, gıda krizi, bakım krizi, emperyalist sistemde ABD’nin hegemonya krizi, dünyanın pek çok ülkesinde neoliberal politikaların iflasının kabulü ve alternatif arayışları, Çin’in küresel bir ekonomik güç olarak yükselişi, yeni bölgesel savaşlar, 21. yüzyılın ikinci çeyreğine şimdiden damgasını vurmuş bulunuyor.
Son kırk yıl boyunca emek örgütleri, sol siyasal partiler ve sosyalist düşünce okulları neoliberal küreselleşmenin sonunun gezegenimiz ve insanlık için yıkım olacağını savundular. Dünyanın her yerinde, emekçiden yana bir toplumsal dönüşümü sağlamak için küresel kapitalizmin temel özelliklerinde değişiklik yapılmasını ve kapitalizmin neoliberal biçiminin reddedilmesini öneren programlar, çağrılar kaleme aldılar. Hayal edilen yeni dünyaya ilişkin sol alternatifi oluşturdular.
Sol alternatif, önerdiği politikalar demetiyle, birinci olarak, gelirin dağılımının emek lehine yeniden düzenlenmesini, servetlerin vergilendirilmesini, işsizliğin azaltılmasını, ücretlerin, çalışma koşullarının ve sosyal hakların iyileştirilmesini, küresel şirketlerin denizaşırı tedarik zincirlerinde, taşeron işletmelerde; fason üretimde, platform ekonomilerinde düşük ücretli ve düzensiz çalışma koşullarında istihdam edilen güvencesizlerin insanca geçim ve yaşam koşullarına kavuşturulmasını savunuyor.
İkinci olarak, kamuculuğa / özelleştirme karşıtlığına dayanıyor; özelleştirmelere son verilmesini, özelleştirilen enerji, içme suyu gibi altyapı hizmetlerinin, eğitim, sağlık gibi sosyal hizmetlerin kamulaştırılmasını öneriyor. Su, toprak, meralar, yaylalar, kışlaklar, ormanlar, parklar ve diğer kentsel alanlar, kıyılar, balıkçılık ve genetik gibi müştereklerin, kamunun ve yerel toplulukların elinden alınmasına; petrol, gaz, mineral ve değerli taşlar gibi hammaddelere yönelik kaynak emperyalizmine ve “arazi kapmaları”na karşı çıkıyor.
Üçüncü olarak, kapitalist birikimin finansallaştığı bir dünyada tüm sosyoekonomik yapının mali sermayenin çıkarlarına göre biçimlenmesine son verilmesini, spekülatif finans hareketlerinin kontrol edilmesini talep ediyor.
Dördüncü olarak, neoliberal politikaların kadınların ücretli ve ücretsiz emeği üzerindeki olumsuz etkileri, bakım krizi ve ataerkil baskı ve sömürünün birçok ülkede yeniden inşa edilerek derinleşmesi, sosyalist feminizmin sol alternatif içinde güçlü bir yer edinmesine yol açıyor.
Beşinci olarak, insanların doğadan kopuk olmadığını, korunması ve yenilenmesi gereken dünya ekosisteminin bir parçası olduğunu kabul ettiği için eko-sosyal politikalar öneriyor.
Altıncı olarak da bağımsızlık, özgürlük, halkın egemenliği, dayanışma, kardeşlik, insanlara ve gelecek nesillere karşı sorumluluk, çevreyi koruma gibi değerlerin yükseltilmesini, bilimsel bilginin, özgür düşüncenin ve laikliğin savunulmasını, hegemonyacı, çıkarcı, maddeci, vahşi rekabete dayalı yaklaşımlarla, ırkçılık ve faşizmle mücadele edilmesini siyasal gündeminin merkezine koyuyor.
Kuşkusuz uygulamada farklı coğrafyalarda farklı öncelikler yaşanacak ve bütün bu politikaların hayata geçmesi emekten yana siyasal bir devrimci dönüşümün başarısına bağlı olacaktır.
Türkiye açısından bakıldığında kamuyu küçülten, mevcut kamusal sanayi tesislerini özelleştirerek küresel şirketlere ve az sayıda yerel sermaye grubuna devreden, “erken sanayisizleşme”nin yolunu açan, sanayi değil rant getiren inşaatı büyümenin eksenine yerleştiren politikaların yarattığı yıkımla onun da yeni teknolojik gelişmelerin coğrafyasına dahil olamayacağı anlaşılıyor.
Emekten yana bir siyasal iktidara bu alanda üç görev düştüğü söylenebilir. Birincisi yeni tekno-ekonomik paradigma temelinde bir ulusal sanayileşme planlanması. İkincisi yeni tekno-ekonomik paradigmaya geçiş için kamusal kaynak ayrılması. Üçüncüsü de teknolojik gelişmelerin kaynağı olan eğitimin yaratıcılığa, bilimsel bilgiyi temel alan laik bir dünya anlayışına, özgür düşünceye dayanması.