Askerlerin yönetime el koyduğu 12 Eylül 1980’de başlayan süreçte 50 kişi idam edildi. Bunlardan 16’sı sol, 8’i sağ görüşlüydü. 1 milyon 683 bin kişi...

Askerlerin yönetime el koyduğu 12 Eylül 1980’de başlayan süreçte 50 kişi idam edildi. Bunlardan 16’sı sol, 8’i sağ görüşlüydü. 1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lendi. 650 bin kişi gözaltına alındı. 230 bin kişi yargılandı. 300 kişi ‘kuşkulu’ bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Dönemin mimarı Kenan Evren’in, “Asmayalım da besleyelim mi?” diyerek savunduğu idamlarla pek çok genç insanın hayatına son verildi. İçlerinde biri vardı ki, henüz 18 yaşında bile değildi. 17 yaşındaki Erdal Eren asılabilsin diye, kemik yaşının 18 olduğuna dair rapor tutuldu. O karanlık dönem, dinmeyen acılara neden oldu. Ardında, parçalanmış ruhlar ve ölene kadar acının izlerini taşıyacak bedenler bıraktı.
Başbakan Erdoğan salı günü AKP grup toplantısında yaptığı konuşmada, 12 Eylül döneminde asılan sağ ve sol görüşten gençlerin mektuplarını okudu. İdamlardan 30, iktidara gelişinden 8 yıl sonra Başbakan 12 Eylül’ün acılarını hatırladı, hatırlattı. Mektupları okurken yer yer sesi titredi. Ağladı, ağlattı. Haklı, çünkü dönemin acıya doymuş hikâyelerinde insanın gözlerini doldurmayacak bir tek şey dahi yok. Ama...
Başbakan “Tam 30 yıl sonra, yine bir 12 Eylül günü, işte bu işkenceler, zulümlerle, bu insanlık dışı uygulamalarla milletçe hesaplaşacağız” diyerek, partisinin referandum kampanyasını, 12 Eylül Anayasası’nın değişmesine ‘evet’ mi, ‘hayır’ mı üzerinden yürüteceğinin sinyalini verdi. Böylece 12 Eylül’le hesaplaşmak isteyenler ‘Evet’, gerek görmeyenler de ‘Hayır’ diyecek. Referandumun temeli böyle kurulunca insan ister istemez bir samimiyet sorgulamasına başlıyor. Başbakan ve partisi, kendilerini ağlatan bu acılar karşısında neler yaptı, neler yapmayı düşünüyor?
12 Eylül kuşkusuz, bu ülkede yaşayan herkese kötülük yaptı. Ancak bu sürecin, temelde bir sol-sağ tasfiyesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, en büyük zararı da bu kesimlerin yaşadığını söylemek yanlış olmaz. AKP’yi bugüne taşıyan siyasi geleneğin o günlerdeki sessizliği ve sonrasında giderek güçlenmesi, bu sürecin kimlere fayda getirip kimlere getirmediğini de gösterir nitelikte. Başbakan, duygulandığı ve duygulandırdığı konuşmasını yaparken, Necdet Adalı’nın asıldığı dönemde MSP’nin İstanbul Gençlik Kolları Başkanı olduğunu söyledi. Başbakan gencecik bir insanın ölüme götürülüşü karşısındaki haklı ve anlaşılır üzüntüsünden bahsetmenin yanında keşke o dönemde de siyasetin içinde bulunmuş biri olarak bu duruma karşı ne tepki gösterdiğini, nasıl karşı durduğunu da, gözyaşlarına yakışır şekilde anlatsaydı.
AKP, 12 Eylül’de yapılacak referandumu bir 12 Eylül hesaplaşması üzerine oturttu oturtmasına da, 12 Eylül’ün en büyük eseri YÖK olduğu gibi duruyor. Üniversitenin özgür ve demokratik olması gereken ortamını yıllardır bulandıran, yaptığı atama tercihleriyle her dönem eleştirilerin hedefi olan YÖK, daha demokratik Anayasa yaptık diyenlerin ayağına neden dolanmıyor? Millet iradesinden oldukça sık söz eden bir parti, yaptığını söylediği ‘daha demokratik’ Anayasa’da neden 12 Eylül’ün bir diğer eseri olan yüzde 10’luk seçim barajına dokunmuyor? İnsanlık suçlarının araştırılmasıyla igili bir komisyon niye kurulamıyor? Dokunulmazlıklar hangi demokrasiye yakışıyor? Anayasa paketindeki kadınlar, çocuklar ve kamuda çalışanlarla ilgili olumlu hükümler neden üzerinde geniş bir mutabakat sağlandığı halde diğer tartışmalı maddelerle bir oylanıyor?
Hukukçular, kaldırıldığı zaman, darbecilerin yargılanmasının önünün açılacağı söylenen 15. maddenin başka bir düzenleme yapılmadığı takdirde bir işe yaramayacağını çünkü zaman aşımı nedeniyle yargılanamayacakları görüşündeler. Geçen yıl CHP’nin 12 Eylül paşalarının yargılanması için insanlığa karşı işlenen suçlarda yasanın geriye dönük geçerli olması yönünde verdiği önerge AKP oylarıyla reddedildi. Tam da o dönem, “Beni yargılamak mı istiyorsunuz? Buyrun gidip halka sorun. Eğer halk ‘evet’ derse bu işi yargıya bırakmam intihar ederim” diyen Evren acaba bugün, hangi güvenceyle “Anayasalar da değişir” diyerek ‘Evet’ oyunun sinyalini veriyor. Daha, bir yıl önce köşkte ağırlanan Evren’in, bir yıl sonra gerçekten hapse atılmak istenmesi inandırıcı geliyor mu size?
80’den 82’ye kadar Diyarbakır Cezaevi’nde kalan ve işkence gören BDP Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak Başbakan’ın konuşması için, “Benim yaşadığım acılar üzerine siyaset yapmasın” dedi. 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in ağabeyi Erkan Eren, “Referandumun asıl amacının darbecilerden hesap sormak olduğuna inanmıyorum. Ben ‘hayır’ demeyi düşünüyorum” dedi. AKP, çıktığı yolda samimiyet duvarına çarpıyor.
Gerçekler ağlatıyor... ama yalanlar daha çok...