Ben, bir tüp fabrikasının lojmanında dünyaya gözlerimi açmışım. Yıl 1977, Ankara. O vakitler kuş uçmaz kervan geçmez Etimesgut semtinde bir tüp fabrikası. Fabrikaya girip çıkan tüm tırları bizim sanırmışım. Oysa ne tır var ne tırcık ne gemi ne de gemicik. Çocuk işte! 12 Eylül’de yine Ankara’da Bahçelievler’de kiralık bir evde darbe yemişiz. O uğursuz zamanlara dair tek hatırladığım babamın ışıkları kapatıp bizi masanın altına yatırması. Bunu oyun sanırdık ablamla.

Darbe sonrası Bahçelievler’de kiralar artınca yine kentin nispeten dışında, babamın çalıştığı tüp fabrikasına yakın Yenimahalle semtinde, 12 katlı bir apartmanda daire kiraladı bu kez bizimkiler. Bu 12 katlı apartman, Milli İstihbarat Teşkilatı yerleşkesinin tam karşısında duruyor hala. Apartmandaki çocuklarla oynadığımız oyunlardan biri MİT’e girip çıkan personel servislerini saymaktı. Evimizin tam karşısında duvarların ardında neler olup bittiğini merak ederdik en çok. Bu çocukluk anılarımı yıllar sonra yirmili yaşlarımın başında Ankara’da aynı televizyon bürosunda muhabirlik yaptığımız bir arkadaşa yazıp vermiştim. Bu arkadaş, bürodaki iki muhabirden ve bir de benden çocukluk anılarımızı ve hatta mümkünse sırlarımızı yazmamızı rica etmişti. Gündem sakin ve elimiz de boştu herhalde ve herhalde sevip güvendiğimiz o arkadaşın yazıp eline verdiğimiz anıları ileride derleme bir kitap haline getireceğini düşünüyorduk.
ah-su-bizim-uyum-sorunumuz-432180-1.Çocukluk işte! O kitap hiç yayınlanmadı. Arkadaşsa zaman içinde Ankara’da hızla yükseldi ! Neyse dönelim MİT yerleşkesinin karşısındaki 12 katlı apartmana. Annem, biz ablamla ilkokula başlayınca ev ekonomisine katkı olsun diye apartmanın giriş katındaki dükkanlardan birini kiralayıp tuhafiye olarak işletmeyi denedi. Bu deneme başarıya ulaşamadı. Apartmandaki tüm komşular, beş çayında annemin dükkanına iniyor, dükkan dolup taşıyor, bolca sohbet ediliyor ama tek bir toka bile satılmıyordu. O dükkana bir akşamüstü gelen erkek müşteriyi hatırlıyorum. O müşteri annemi kızdırmıştı. Sonradan öğrendik ki adam müşteri filan değilmiş. Karşı duvarın arkasındaki yerleşkede çalışıyormuş aslında. Anneme de dükkana girip çıkanlarla ilgili bilgi toplayıp zaman zaman ihtiyaç duyulduğunda kendileriyle paylaşmasını söylemiş. Annem, bu teklifi ‘mizacım sizinle uyumlu değil’ diyerek kibarca reddettiğini yoksa kendisinden bir Mata Hari yaratılmak istendiğini anlatır hala. Belki de annem, o dönem vhs kasetlerden izlediği filmlerin etkisinde kalmıştı fazlaca bilmem. Bizim video oynatıcımız olmadığı için en üst katta oturan ve Almanya’dan kesin dönüş yapmış komşularımıza misafirliğe gidip filmleri orada izlerdik . O evde izlediğimiz filmlerden biridir Çıplak Vatandaş. 1985 yapımı film, Şener Şen’in müthiş oyunculuğu ve Başar Sabuncu’nun etkili kalemi ve vizörünün eseridir. Hani Şener Şen, evi geçindirebilmek için 8 farklı işte çalışır ama başarılı olamayınca televizyonda İcraatin İçinden programında ‘milli birlik ve beraberlik ve tasarruflu yaşamak’tan söz eden Turgut Özal’a ‘yetmiyor’ diye bağırmaya başlayıp televizyonu camdan fırlatır, soyunur ve koşmaya başlar ya, işte o film. Uyum sağlayamamıştır Özallı yıllara çıplak vatandaş. Tüpgaza, ete, ekmeğe zam üstüne zam gelirken maaşa zam yapılmamaktadır. Bu filmin bugün çekildiğini düşünsenize. Yalan medyasında zam sözcüğünün yerini ‘fiyat güncellemesi’ tabiri almışken, sesini çıkaranın ensesinde boza pişirilirken, çıplak vatandaş ancak 80’ler nostaljisi olabilir değil mi? Hem senaryo günümüze uymuyor canım! Bugün işini bilen bir vatandaş pekala yetirir de artırır bile! Artırıp kumar masasına bile koyar! Kumar borcu birikirse onun da kolayı var, uyum sağlarsın olur biter!

Uymuyor değil mi? Bizler, uyduramıyoruz. Uykularımızı kaçırıyor olup bitenler; gözümüzün içine baka baka söylenilen yalanlar; yalan söyleyip yüzü kızarmayanlar; yüzü kızarana dönüp akıl vermeye kalkan, ‘uyumsuz’ diyenler; yavuz hırsız olup bizi bastırmaya kalkanlar…

Uymuyoruz, uyum sağlamıyoruz. Sahi ne olacak şu bizim uyum sorunumuz?