Erzincan Üniversitesi’nde bir doktora tezi, biri profesör dördü yardımcı doçent olan beş akademisyenin onayıyla kabul edilmiş.

2015’te yazılan tezin 2017 yılında habere konu olmasının nedeni ise şu; ortada bir tez yok. Tez olduğu savunulan şey sadece indeksten oluşuyor. Yazan, yararlandığı kaynakların bilgilerini dahi aktarma gereği duymadan sayfa numaralarını not etmekle yetinmiş. Yayınlanmış kitaplardan alıntı yaptığı bölümleri de aynen kullanmış. Böyle bir ‘tezi’ kabul edilebilir bularak imza veren akademik kurul üyelerinin, Türkiye’de her geçen gün itibar kaybeden akademiye sundukları katkı ise muazzam!

• • •

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (BEPAM) tarafından, 2007-2016 yılları arasında yazılan sosyal bilimler ve eğitim alanlarındaki 600 yüksek lisans ve doktora tezinin incelenmesiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonucuna göre tezlerin 207’sinde, detaylı incelemeye gerek kalmayacak biçimde açık intihal olduğu tespit edildi. Dünyada bir tezin kaynaklarına benzerlik kabul oranı yüzde 15-20 arasındayken bu oran Türkiye’de yüzde 29! Yine merkezin yapmış olduğu araştırmalara göre 174 üniversitenin 12’sinde tamamlanmış yüksek lisans ve doktora tezi yok. 12 üniversitenin yüksek lisans tez sayısı 1 ile 10 arasında, 51 üniversitede 100’ün altında. Sınırlı sayıda da olsa yüksek lisans tezine sahip ama hiç doktora tezi olmayan üniversite sayısı ise 44. Doktora sayısı 1 ile 10 arasında değişen kurum sayısı ise 38. Bunların arasında, üniversite kurmaktan bina inşa etmek anlaşıldığı için, tabela okullar ve dolayısıyla yeterli akademisyen olmadığı için lisansüstü eğitim programı açamayanlar da var.

• • •

PISA gibi uluslararası değerlendirmelerde alınan kötü sonuçların da gösterdiği gibi, eğitimde yaşanan çöküşten elbette akademi de nasibini alıyor. İntihalden, tez olmayan metinlerin tez olarak kabul edilmesine kadar gelinmiş olması, Türkiye’de akademinin kaybettiği itibarın boyutları bakımından hayli karanlık bir tablo ortaya koyuyor. İşin kötüsü yakın zamanda bu başarısızlıktan da çıkış görünmüyor. Zira Türkiye, barış talep eden bir metne imza attı diye binden fazla akademisyenini ‘terör örgütü propagandası yapmak suçundan’ yargılamakla ve KHK’lerle çalıştıkları okullardan ihraç etmekle meşgul.
Akademisyenlere açılan bireysel davalar 5 Aralık Salı günü görülmeye başlandı. İmzacısı oldukları bildirinin içeriği her ne kadar devlete yönelik barış çağrısı olsa da ‘devleti aşağılamak’ ve ‘terör örgütü propagandası’ yapmakla suçlanıyorlar. Şiddeti körükleyen, nefreti artıran tek bir ifadenin yer almadığı bildiri ancak ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecekken ülkenin en iyi, en başarılı hocaları barış adına imza attıkları için 7,5 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyor.

• • •

İmzacılar, aynı iddianameyle farklı mahkemelerde ayrı ayrı yargılanıyor. Amacın davaların takibini zorlaştırmak ve akademisyenleri yalnızlaştırmak olduğu çok açık. Her karanlık dönemde olduğu gibi “aydın müsveddeleri” denerek hakkın, hukukun takipçisi olan akademinin aydınlık hocaları cezalandırılmak isteniyor. Barış isteyen hocalardan boşalan yerler de yazmadığı tezi sunan, olmayan tezi onaylayan kişilerle dolduruluyor. Fikir ve düşüncelerin özgürce tartışıldığı yerler olarak tarif edilen akademinin Türkiye’de ne yazık ki vardığı yer bu. Barış fikrinden ‘temizlenmiş’ ve kürsüleri indeks yazmaktan öteye gidemeyen fikirsizlere terk edilmiş içi boş binalar...