Leyla Erbil ustamız “Kötülük Üzerine Bir Deneme” yi yazmıştı. Ben de, ondan bir el alarak “Alçaklık Üzerine Bir Yazı”  olan bu

Leyla Erbil ustamız “Kötülük Üzerine Bir Deneme” yi yazmıştı. Ben de, ondan bir el alarak “Alçaklık Üzerine Bir Yazı”  olan bu yazıyı yazıyorum.
Sevgili Tarık Günersel, ya da nam-ı diğer Tarık Abi, bana sormuştu: “Azizim, namuslu ve dürüst kalınarak, alçaklarla ve alçaklıkla mücadele edebilir miyim? Ya da nasıl mücadele edebilirim?” Soru kolay, yanıt zordu. Küçük yetkilerini bir iktidar alanına dönüştürenlerin zulmünden bunaldığı bir dönemdi belki. Yanıtım olumsuzdu: “Namuslu ve dürüst kalarak, alçaklarla ve alçaklıkla mücadele edilemez.”
Peki, mücade için bizim de alçak mı olmamız gerekiyor? Hayır. İnsanın tüm zaaflarını bilmemiz, öngörmemiz gerekiyor belki. “Kusurlu dünyamızda/ Yer yoktur kusursuzluğa/ Demir pas tutar,/ Gümüş kararır,/ Kurtlanır kar bile/ Alev is yapar/ Ve insan içinde/ Bir kafesle yaşar.” demiş Metin Altıok, “Tezgahında Acı” nın adlı şiirinde. Kim bilir nasıl bir alçaklık çamuru şairi acının tezgahında böyle bir hesaplaşmaya götürdü.
Benzer acılar, Tarık Abiyi zorlamıştı, biliyorum. O soruya  olumlu yanıt veremeyen ben, şimdi aynı soruyu kendime sorup, peşin olarak yanıtlıyorum;
Bir; alçaklıkla, namuslu ve dürüst kalarak mücadele edemezsiniz.
İki; sadece, kendinizin alçak ve namussuz olmamasını sağlarsınız. Ama bu, alçakların size çamur atmasını, sizi çevreye namussuz belletmeye çalışmaların engellemez. Çünkü onlar hep iktidardadır; öyle olmadıklarını söyleseler bile. Onlar piyasanın sahibidirler. Çağın tanrısal gücü medyada görünürlükleri en üst düzeydedir. Her resme köşeden de olsa kafalarını uzatmış, orada olduklarını göstermişlerdir. Güçleri alçaklıkları ile orantılıdır. Ne denli alçaklarsa, güçleri, etkileri o denli yüksektir. Kendilerini temize çekmek için, kendilerinin içinde bulundukları kötülükleri, başkalarına-muhtemelen en yakınlarında gördüklerine- atfederler.
Küçük yetkilerini bir iktidar tahtına çevirip, sizi görmek istedikleri gibi adlandırıp, yargılarlar. Öyle ki, siz ne olduğunuzu değil, ne olmadığınızı anlatmaya çalışırken, kendinizi anlatamazsınız. Acının tezgahı, sizi postmodern engisizyon acılarıyla boğar.
Osman Çakmakçı belki bu nedenle şiirin bu zamanda yazılamayacağnı dahası, yazılmamasını öne sürmektedir. Ama alçaklıklara karşın hala şiir var. Bu alçaklıklar zamanında, bu yangın zamanlarda, itfaiye işçileri, sağlık emekçileri ve tekel işçileri bizim gönül yaralarımıza merhem oluyor. Öteki türlü, başka türlü insanın varlığının işaret fişekleri olan direnenler, başımıza örülen karanlığı aydınlatıyor.
Alçaklıklar zamanında direnmek, direneleri daha da yüceltiyor. İnsanların emek birliği, güç birliği ederek oluşturduğu örgütleri de yüceltiyor; iktidar bir yana, namussuzların saldırısına karşın hala ayakta kalabilmeleri bir mucize olsa da.
Onlar, yani alçaklar, yeri geldiğinde postmoderniteye en çok kızar görünürler. Ama “postmodern ahlaka” sahiptirler. Postmodernite egoyu öne çıkarır. Çünkü ego demek, bireyciliğin kutsanması demektir. Yani ben duygusunun başat olduğu bir sosyal minimalizmdir sözkonusu olan. Çağımızın bencil insanı, iyi bir müşteri, iyi bir tüketicidir. Hem mal tüketirler hem de tüm insani değerleri...
Postmodern ahlakın karşısındaki olanaklardan biri de devrimci ahlaktır. Yani insani olanı içeren, savunan, önyargısız, artniyetsiz, insanın insanı yok etmediği, sömürmediği, ezmediği bir zemini olan “ahlak”.
Burada bir de Cemil Meriç’in “O alçak değil çukurdur, çukur...” sözünü anmak gerekir.
Bakın çevrenize, gördüğünüz alçakların adını bu yazıdaki yerlerine yazın, vesselam.
Haftanın Dizesi; “su gibi kendi çukurunda kuruyabilir insan” (Furuğ Ferruhzad, Ve Yaralarım Aşktandır, çev: Haşim Hüsrevşahi, Öteki Y.)