Bir üniversite. Hoca öğrencilere sınav sorularını vermiş. Öğrenciler iki ay sonra mühendis olacaklar. Sınavda beş soru var....

Bir üniversite. Hoca öğrencilere sınav sorularını vermiş. Öğrenciler iki ay sonra mühendis olacaklar. Sınavda beş soru var. Dört tanesi eğriler denklemler; ezber soruları.  Her bir soru on puan. Öğrencilerin sınıf geçmesi, mezun olması için altmış puan almaları gerekiyor. Beşinci soru tek başına altmış puan; “Türkiye’de devletin bor politikası hakkındaki düşünceniz nedir?” Hoca diyor ki, “Bu sorunun doğrusu yanlışı yok. Sadece düşüncenizi yazacaksınız ve altmış puan vereceğim”. Bütün öğrenciler itiraz ediyor. Çalışmadıkları, notlarında olmayan bu soruyu değiştirtiyorlar.
Geçen hafta ALES (Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı) denilen, üniversitelerde yüksek lisans ve doktora eğitimi almak için zorunlu olan sınav yapıldı. Kırkından sonra doktora hevesine kapıldığımdan, kalkıp gittim. Doğrusu, pek istekli bir halde değildim. Bir Pazar sabahı biraz geç kalkmak, kahvaltı gazete keyfi yapmak yerine üç saat süren bir sınav pek keyif verici değildi.
Sınavın ilk sorusu için verilen kısa metin ile şaşırdım, canlanıverdim. Sorunun bilgi metni şöyle başlıyordu; antik çağda kentlerin nüfusun yüzde 10 ile yüzde 20’sini alacak ölçüde tiyatro yapılıyormuş… Bu soru ile, yukarıdaki öyküyü yan yana koyunca, herkesin çakacağını, yarışmacı etik dürtüsü ile en yüksek puanı alacağımı düşündüm.
Sınavdan sonra yaptığım kısa bir araştırmada, bu sınavdan 90 ve daha üstü puan alan öğrencilerin varlığını öğrendim, bir kez daha şaşırdım. Üstelik bu öğrenciler öyle kitap gazete okuyan, entellektüel derdi olan öğrenciler değildi. Bu arkadaşlar sınava, sorulara çalışıp, soruyu çözmeyi öğrenip, yüksek puan çekiyorlardı. Öğrenilmiş sorulara, öğrenilmiş yanıtlar veriyorlardı. Yoksa, ALES’in sözel sorularını birikimleri ile çözen bunca öğrenci varsa, bu ülkede gerçekten de bilim var diyecektim. Öyle ya, her şeyi eleştirip, öznel genellemeler yaparken; iyi olan, doğru olan bir şey bulunca, bunu dile getirmezsek, adalet duygumuz yara alır. Ayıptır.
Koskoca bir ALES sektörü; dershaneler, kurslar, çözümlü sorular. Bekçi Murteza’nın ünlü repliği ile söyleyecek olursak, herkes “görecek kurs, alacak eğitim”, sonra da olacak bilim insanı… Pratikte yaşadığımız örneklere bakacak olursak; herkes olacak bilim müdürü. Bilim için istenen bir akademisyenlik değil, devlet kapısında memuriyetlik için…
Baştaki öyküyü dinlerken bir kez daha “bu ülkede bilim yok” demiştim. Ülkenin sokaklarında bilim olmayabilir. Bilimin evi, olması gereken yer, akademyadır, yani üniversitedir. En azından orada özgür bilim ortamı ve bilimsel çalışma olmalı. Orada da bilim yok. Bilimi, bir çeşit solculuk, bir çeşit muhalefet sanıyor bu işin başındakiler. Oysa bilim, diş macunu ve gazoz üretmek için de birinci derece gerekli ve zorunludur. Bilim, özgür koşullarda, özgürlük koşullarında yapılabilir.
İntifada sırasında Edward Said Filistinlilerin safından İsrail’e taş atmıştı. Edward Said, Amerika’nın Columbia Üniversitesi’nde profesördü. ABD’deki Yahudi lobisinin etkisini söylemeye gerek yok. Ancak bu lobi, Edward Said’i Columbia’dan attıramadı. Çünkü, üniversitenin onun bilgisine ihtiyacı vardı, onun bilim insanlığına sahip çıktı.
Sokaktaki ABD’li her birimizden daha cahil ve tutucu olabilir. Bir olasılık böyledir belki. Ancak, ABD yönetenler, üretim için bilimin ne denli vazgeçilmez olduğunun  kesinkes farkındadır. Sokaktaki tutuculuk, sokağın özgür olmaması başka, üniversite başka. Bir yatırım aracı olan, sermaye olan bilgi/bilim üniversitede bu ölçüler çerçevesinde  “sınırsız” özgür. Biz buna Amerikan pragmatizmi, rasyonelliği diyebiliriz.
Bu durum sadece Amerika’ya özgü değil. Eskiden yeniye tüm iktidarlar bilginin iktidar olduğunu, bilginin sermaye olduğunu, bilginin üretim için ne denli gerekli olduğunu çok iyi biliyorlardı. Teslim olan kentleri bile yediden yetmişe herkesi kılıçtan geçiren Timur, bilim adamlarını seçip götürüyordu. Çünkü iktidarı, onların bilimsel üretimleri ile daha güçlü olacaktı. İnsanları kesmesi de keyfi için değil yine askeri ve ekonomik nedenlerle yapardı, bu da ayrı bir konu.
Başbakan büyük bir gururla bu yıl üniversitelerin kontenjanlarını arttıracağını söylüyor. Sayılarla yapılan bir jelatin politika, bilimle değil. Hele sanat, kültür, hak getire. Kültürlü sanatlı ALES soruları, öğretilmiş çözümcüleri bekliyor.
Haftanın sözü; KESK’e dokunan hukukun eli değildir, KESK’e dokunmayın efendiler!