Uzun destanları ete kemiğe bürünmüş bir şiir olarak söyleyen bir babaanne. Bir yandan köyün kapısında kilidi olmayan tek bakkalı, bir yandan geceleri hep aynı saatte günlüğünü yazan bir amca. Babası ana karnındayken ölen, baba sevgisi bilmeyen şair bir baba. (On dokuz yaşında bir şiir kitabı “Tomurcuklar” çıkaracak, daha sonra iki hikâye kitabı yazacaktır.) Bursa cezaevinde Nâzım Hikmet ile birlikte yatan bir dayı.

Ve kendisine edebiyat sevgisini aşılayan, klasik Türk şiirine karşı merak uyandıran bir başka amca: Vedat Türkali…
Alova, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Yaşamdaşlarım” başlıklı anılar toplamında kişisel ve sanatsal oluşumunu etkiyenlerin vesikalık, ama net bir fotografisini çıkarıyor.

Anıların izlerinde ise şu yazar, şair ve dostlarının adları bulunmakta: Nâzım Hikmet, Can Yücel, Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Selâhattin Hilav, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever, Ece Ayhan, Bekir Yıldız, Ataol Behramoğlu, Burhan Uygur, Orhan Taylan, Refik Durbaş, Emine Sevgi Özdamar, Abdülkadir Bulut ve Barış Pirhasan…
Alova, Memet Fuat’ın Nâzım Hikmet’le ilgili olarak yazmayıp da kendisine anlattığı üç olayı şöyle anlatmaktadır: (s: 18-19

“Bir gün, Göztepe’deki evimizde otururken zil çalındı. Koşup kapıyı açtım. Dışarıda benzi sararmış, avurtları çökük, bitkin bir adam duruyordu. ‘Nâzım Ağbi evde mi?’ diye sordu. Gidip Nâzım’ı çağırdım. ‘Oooo...’ dedi heyecanla ve adamı içeri buyur etti.

Hapishaneden arkadaşıymış. Nâzım, ‘Dışarı çıkınca, kalacak yerin yoksa, bana gel mutlaka,’ demiş bir keresinde. Adam verem hastasıydı. Evin bir odasını ona verdik. Birkaç ay bizde kaldı; iyileşince gitti. İşte, ince hastalığı ben ondan kaptım, bir ciğerimi aldılar.”

Bu olaycığı anlatırken, gülümseyişinden bir şey yitirmeden, en küçük bir sitem belirtisi göstermemişti.
Öbür iki olaycık ise şöyle:

“Nâzım her zaman, Kadıköy’den Göztepe’ye yürürdü. O gün Babıâli’den Kadıköy’e vapurla geçecekti. Ben de onu bekliyor, bir yandan da ‘bugün maaş günü, et yiyeceğiz,’ diye için için seviniyordum. Kızıltoprak’a geldik ki, gördüğü ilk dilenciye, cebinden çıkardığı bir miktar parayı verdi. Göztepe’ye gelinceye dek bütün dilencilere parasının önemli bölümünü dağıtmıştı. Evin önüne geldiğimizde bana dönerek, ‘Kusura bakma evlat, onlar bu durumdayken, benim boğazımdan et geçmez,’ dedi. Yine kalmıştık kuru-pilava.”

“Kadıköy’de otururken, annem zaman zaman babam Vedat Örfi Bey’i çekiştirir, yakınmaya başlardı. Nâzım onu hemen susturup, ‘Böyle şeyler konuşma, bana nur topu gibi iki evlat vermiş, daha ne isterim,’ derdi. Çok büyük adamdı.”
Ölümünden bir iki hafta önce, telefonda görüşürken Memet Fuat, “Bu son telefondur, ey ömrüm!” demişti bana. Sesi her zamanki gibi, bir delikanlının sesiydi.

Öldükten sonra, arkasından şu dizeleri yazdım:

Her şey çürüyecek bir gün
Kemikler bile
Mavi bir ışık kalacak yalnız
Her zaman gülümsediğin yerde
Çocukluktan sonsuza bakan”