Evet intihal, asıl hukuk şiire düşman. Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman” yazısında mülhem böyle bir başlık seçtim. Hukukun bu

Evet intihal, asıl hukuk şiire düşman. Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman” yazısında mülhem böyle bir başlık seçtim.
Hukukun bu denli sıcak gündemde olduğu böyle uzun dönem bu ülkede pek yaşanmamıştı. Şiirin de bu denli hayatın gündeminde olmadığı bir dönemdir yaşanılan. Belki de hukuk şiiri kapının dışına itmiştir.
KAZIK
Eski zamanlarda, insanların dinsel törenler için kullandıkları mekânlar daha çok uzak/kapalı alanlardı. Kapalı mekânların açık alanlar göre içsel yolculuklara, düşünsel yaratımlara daha uygun bulunduğu görülmektedir. Bir mağara, uzaklardaki bir ağaç, ya da dağ gibi farklı yerler, uzak mekânlar örneğin. Biliyoruz ki, Hz. Muhammed de Hira dağındaki bir mağarada inzivaya çekiliyordu!
Bir mağarada dış dünyanın sınırsızlığına göre insan daha coşkusal ve yaratıcı koşullara sahip olabiliyordu belki. Antik dönemden günümüze kalan mağara kalıtlarını bu açıdan da ele alabiliriz. Doğanın olumsuz koşullarını engellemesi, dış etkenlere bir engel  oluşturmasıyla, hayvan resimleri, öyküsel çizimler gibi, bilinen bu ünlü kalıtların kapalı alanda korunması bir yana, yaratım için kapalı mekanların seçilmesi, sınırlanmış alanın kişiye tanıdığı yaratım özgürlüğüyle de ilgiliydi. Diğerlerinin, merak eden, sorgulayan bakışlarından uzak bir özgürlük alanı!
Sınırların kişiye özgürlük tanıması o çağlarda kaldı. Günümüze geldiğimizde, sınırlanmış alanın, hatta tahkim edilmiş mekânın yaratım ve özgürlük kavramları ile uyumlu olmadığını hemen söyleyebiliriz. Başlangıçta varsaydığmız olumlu etkinin tersini söylemek gerekiyor. Yoksa, sınırsız bir özgürlük için sınırlılık koşullarının gerekliliği yönünde kesin bir çıkarım kesinkes yanlıştır.
Sözü daha çok uzatmadan, şiir ve hukuk düzlemine geldiğimizde, az önce belirttiğimiz “tersine durum” hemen göze çarpıyor. Yine peşin olarak söyleyelim; sınırlı alandaki olumlu yaratım etkisi hukuk söz konusu olduğunda tersine döner. Çünkü, bir mağaranın sağladığı coşkusal ve yaratıcı koşullar, hukuk kurallarının geçerli olduğu ve dahası bu kuralların sınırladığı toplumsal edimler alanında son derece kuru, kısıtlı, yaratıcılığa karşı ve yalıtkandır. Hukuk mağarasının duvarları, kaya, toprak gibi doğal duvarlardan oluşmuş mağaralara göre çok daha sert, tutucu, hatta yok edicidir.
Baştan söylemek gerekirse, şiir ve hukuk bağlamında en genel bir bakışla, hukuktan şiir çıkmaz. Ancak, hukuk kavramı dolayımında; hukuktan şiire konu, olay, kişi gibi şiiri oluşturan malzemeler çıkar.
Orhan Hançerlioğlu kaynaklı, sıklıkla kullandığım bir örnek var: İnsanlar ilkel dönemlerde birbirlerine değil, doğaya karşı mücadele ediyorlardı. Kendi aralarında ise kesin bir barış vardı. Neolitik çağda, insana yönelik silahların olmadığını Lewis Mumford “Tarih Boyunca Kent” adlı kitabında yazıyor (Ayrıntı Y.)   Ne zaman ki birisi çıkıp, bir alanın çevresine kazık çaktı ve “Burası benim” dedi. İşte o zamandan bu yana insanın mücadelesi doğayla değil, insanla insan arasında olmaya başladı. (Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Y.)
Kazık çakılan alanın sahibi; hukukun da sahibidir. Hukuk, “ burası benim” denmesini sağlayan ve aslında insanlığın kalbine çakılan kazıklardır. Bu kazıklardan da acı çıkar. Bu acının şiiri yazılır elbet. Ama, bu demek değildir ki, hukukla şiir yakındır.  Tam tersine, hukuk şiirin zıddıdır. İkisi arasında, başta dilde zıtlaşma vardır.
Haftanın yanıtı; “Sabıkamın olduğunu sanıyorum... Gelirim yok” (28.7.2010 tarihli duruşmada, “hâlâ” yargılanan İsmail Beşikçi’nin yargıca verdiği yanıt)