Geçen haftadaki yazıda yer alan  “kazıklı” bir metafordan sonra, sözün gerisi olumlu olmaz elbet. Geçen haftanın yazısını okumamış olsanız da

Hukuk dili, şiir dili
Geçen haftadaki yazıda yer alan  “kazıklı” bir metafordan sonra, sözün gerisi olumlu olmaz elbet. Geçen haftanın yazısını okumamış olsanız da “kazıktan” sonra olumlu bir cümle zor gelir! Evet, hukukta yeni yoktur. Çünkü hukuk, statükocudur. En yeni de olsa koruduğu “şey” eskimeye başlamıştır.
Hukuk, yeniye karşı eskiyi korumak, eskiyi devam ettirmek derdindedir. Hukuku kullanan iktidar –ilişkisi– bunu zorunlu kılar. En yeni bir hukuk metnindeki  “ eşitlik” bile, aristokratik temelli, eşitler arasındaki eşitlikten, insanlar arası eşitliğe doğru bir genişlemedir. Yani, yeninin geçmişinde de bir tutuculuk vardır. (Mehmet Turan, ‘Devlet ve Hukuk Üzerine Yazılar’, Gündoğan Yayınları) hukuk alanında her genişleme gibi, eşitlik örneğindeki genişlemenin içinde de sınır ve sınırlılık içersenmiştir/mündemiçtir.
Böyle bir yapıda, sadece folklor değil, hukuk dili de şiir diline düşmandır!
Hukukun tersine, şiirde ve şiir dilinde eski yoktur. Eski yoktur derken, dil anlamında, dilsel yapı anlamında eski yoktur. Bu savımız elbette ki olması gereken bağlamında bir savdır. Eski olanla; zamanı, devri geçmiş bir dille şiir yazılmaz. Yazılırsa da şiir olmaz. İnat edip yazıldıysa da, antropolojik, etno-sosyolojik bir çalışma, “değişik” bir metin oluşturulmuş olur.
Şiir dili, düzene karşıdır. Hukukun temel amacı ise düzendir. Şiir, dilde de yıkıcı ve bozucudur.  Dünyada, geleceğe kalmış şairlerin ortak özelliklerinden biridir bu bozuculuk ve yıkıcılık. Dilde yıkıcılık, arkasından yeniyi yapmayı ve yaratımı getirir, tabi ki usta şairlerin elinde geçerlidir bu vargı. Bu durum aynı zaman dilsel öncülük demektir. Kısacası, eski-yeni kavgasında şiir ile hukuk kanlı bıçaklıdır.
Hukuk metinleri, içerdikleri ideolojik sınırlılık gereği/ zorunluluğu ile olabildiğince kapalı metinlerdir. Maddi dünyanın duvarları, iktidarın tel örgüleri neyse, bu duvarların  ve tel örgülerin metinsel düzlemdeki ikizleri olan hukuk/yasa metinleri de bu anlamda ideolojiktir. Ve bu anlamda sınırlılık işlevi ile, sınırlılık içeriği ve niteliği ile topyekün donanmış/mücehhezdir. Oysa, bir yandan da, hukuk metinleri olan yasalar, olabildiğince  soyut metinlerdir. Soyutluk nedeniyle şiirle arasında uzak bir benzerlik kurulabilir. Ama, bu benzerlik de görüntüde kalır. Hukuk metinlerinin soyutluğu, tek tek kişiler ve olaylar için değil, benzer kişi olan ve durumların tamamına uygun soyut bir elbise olma savındadır. Bu nedenle “her kim ki...” diye başlayıp, herkesi kapsama derdindedir. Soyutluğu da “herkes için olma” bağlamındadır. Bu soyutluk savına, soyutluk gerekliliğine karşın, sınırlılık ve kapalılık da zorunludur. Olabildiğince soyutlamanın yanında, açık uçlu olmaları halinde “boşluk” kavramını gündeme getirir. Bu nedenle kapalılık asıldır. Formatif ve normatif olarak, kapalı olmazlarsa, yasaların yoruma açıklığı, edebiyattaki gibi bir alt okuma olanağı değil, “yasa boşluğu” sonucunu doğurur. Yasalardaki boşluğu ise şiir doldurmaz, yargıçlar doldurur. Şiirdeki boşluk ise, Şiir Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmayı gerektiren bir suçtur!
Şiir, bir dil olarak olduğu gibi, bir metin olarak da, hukuk metni anlamında kapalılığı kaldırmaz. Burada, biçem olarak kapalılıktan söz etmediğimiz açıktır. Nitelik ve içerik anlamında bir kapalılıktır şiirde olmaz olan.
Bütün bu saydığımız olumsuz niteliklerden hukuk ne zaman kurtulur? Hukukçular şiir okumaya zaman bulduğu koşullar oluşursa. Bir de başbakan ağlamadan şiir okursa...
Haftanın Dizesi: “konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan” (Behçet Aysan, Düello, Adam Yayınları)