Sözün en başında, Cemal Süreya’nın ‘Folklor Şiire Düşman’ başlıklı ünlü yazısından mülhem bir başlık seçmiştik. Hukuk gündemli hayatımıza

Sözün en başında, Cemal Süreya’nın ‘Folklor Şiire Düşman’ başlıklı ünlü yazısından mülhem bir başlık seçmiştik. Hukuk gündemli hayatımıza şiir penceresinden bakma gayreti de diyebiliriz buna...
Hukuk ve şiir ilişkisinde, geldiğimiz durak, hukukçu şair durağı olacak elbet.
Hukukçu Şair mi?
Yineleme pahasına; hukukçu şair neredeyse olanaksızdır. Sevgili Veysel Gültaş üstadım “Kadı Burhanettin’den Günümüze Hukukçu Şairler Antolojisi” hazırlamıştır. Güzel bir çalışmadır. Çok değerli bir seçkidir. Çok değerli şairlere yer verilmiştir. Buradaki “hukukçu şair” nitelemesi kitap kapağında güzel durmaktadır. Ama hayatta, gerçeklikte durum “biraz” tartışmalıdır.
Hatta şunu da demek olası: Hukukçu şair belki olur. Ama, avukat şair hiç mi hiç olmaz. “Ya içindesin zamanın ya dışında” çünkü. Kadı Burhaneddin çok şedit bir devlet adamı ve sonrasında da hükümdardır. Kelle kesmiştir, sonra da kellesini vermiştir. Ama, aynı zamanda iyi bir şairdir. Kadılığından dolayı “hukukçu şairdir” ama avukat olmadığı için şair olabilmiştir!
Bu denli olumsuz değerlendirmeden sonra, şunu da söylemek gerekiyor; avukatlar şiir yazabilir. Avukat şiir yazıyorsa, bu bir sıçrama anıdır. Avukatlık ara düzleminden bir sıçrama. Çok sıçrarsa, öyle olur ki, yazdığı şiirlerin onu sürekli sıçrattığı, böylelikle yükseldiği yerde kalır. Eğer sıçrar ve yeniden sıçradığı zemine geri düşerse, pek dengede duramaz. İyi avukattan iyi şair çıkmaz bu yüzden. Tam da burada işte, kendimi ortaya sürüyorum; bu sözlerden hiçbir avukat şair alınmasın. Kendim içindir. Bu yaz sıcağında kızdırmamalı abileri, kardeşleri!
Yine bu denli olumsuz değerlendirmenin yanısıra, hukuk ara zemininden şiirinin kanatlarında şiir katına yükselenler çoktur. Dediğimiz gibi, onlar avukat veya hukukçu değil şairdir; Gülten Akın, Ercüment  Uçarı, Turgay Fişekci, Didem Madak, Tahir Abacı, Necati Cumalı, Niyazi Akıncıoğlu, Bejan Matur, İrfan Yıldız.... daha birçok isim. Bu saydıklarım avukat değil, şairdir.
Dağlarca’nın sözcükleri tarttığı, şairin kuyumcu terazisinde avukatlık kefesi yükselirse, şiir aşağıda kalır: Dilekçelerin, kurnazlıkların, meta ilişkilerinin, Hızır Paşa zulümlerinin arasında ve altında kalır.
Sonuç:
Hukuk ve şiir ilişkisindeki olumsuz yargımıza ilişkin sonucu baştan beri her paragrafta söyledik. Belki tersi de doğru gibi gelebilir. Üretim ilişkileri ile üretim biçimi arasındaki çelişki ve gerilimden bağışık değildir avukatlık mesleği ve hukukçuluk. Bu nedenle, bu gerilimden, haksızlıklardan, şiir doğduğu gibi, yargısal/hukuksal alanın gri duvarından kendini kurtarmak isteyen hukukçular da şiire sarılıyor diyebiliriz. Ancak bu yazı bağlamında, bu yaklaşım daha çok romantik bir değerlendirmedir.
“Hukukçu şairlerin” görece çokluğu nedeniyle, hukukun bir disipliner kategori olarak, şiiri beslemesi, hukukun hiyerarşik dilinin şiir dilinde zenginlik ve sağlam bir yapı kurmada yol göstermesi gibi daha pek çok renkli konuda sayfalarca yazıp, saatlerce tartışmak olası. Ancak, bir de şunu düşünmeli; Hukuk ve avukatlık yüzünden şiirini kuramamış, şiir yazamamış, şiiri sürdürememiş olanlar da yok mudur? Vardır elbet! Yazsalardı, direnselerdi, hukuk yoluyla bir yaşam zemini kurmaktan vazgeçselerdi demek, işin kolayı belki. Asıl bir öykü de burada başlar işte!
Haftanın Dizesi; “Kurt ulur çöl uyur büyür yalan.” Veysel Gültaş, Hukukçu Şairler Antolojisi)