Aşk mektupları…
Ömründe bir kez bile aşk mektubu yazmamış herhangi bir adam ya da herhangi bir kadının var olduğu herhangi bir dünyada hiçbir şey tam olarak yolunda gitmeyecektir, emin olun. Orada ne çocuklar olgunlaşabilecek, ne büyükler çocuklaşabilecekler zamana karşı. Ömründe bir kez bile aşk mektubu yazmamış ya da almamış lanetli her kimse, dünyayı da lanetiyle karanlığa gömecektir. Kısacası eğer bir mektup yoksa hâlâ ortada, aşk mutlaka fasulyeden sayılacaktır.
Aşkını kendiyle paylaşmanın, kendi aşkına dışarıdan bakabilmenin en yalın ve belki de en kestirme; birbirlerine dokunamayacak kadar uzakta olan aşıkları avutmanınsa tek yoludur aşk mektupları. Onlar aşkın az da olsa görünür kılındığı tek mekândır. Yine de hiçbirisi bir aşkı tarif etmeye muktedir değildir. Çünkü içerisinde barındırdıkları aşka dair olan hiçbir ifade, olan biteni asla temsil edemez. Çünkü aşk ne temsil edilebilir ne anlatılabilir ne de bir başkasıyla paylaşılabilir bir şeydir. Aşkın olduğu yerde başka hiçbir duyguya yer yoktur. Aşk hem dünyanın en yalancı hem de en dürüst şeyidir. Yalancıdır çünkü sonsuza kadar süreceğini söyler durur; dürüsttür çünkü bittiğinde hiç olmamış gibi davranmasını çok iyi bilir. O varken kendinden başka hiçbir duygu, edim ya da düşünceye yer yoktur yanında. Çünkü aşk varsa mutlak bir gerçeklik olarak tüm kavram ve duyguları kendinde zaten hiçleştirmiştir. O nedenle aşkın kalemle, yazıyla, kelimelerle işi yoktur, olamaz. O belki yalnızca en çok dokunmaya meyyaldir hepsi bu. Ona en çok yaklaşan, onu görünür kılmasa bile anlaşılır kılmaya aday olan tek şey o dokunmanın kendisidir. Dokunmak hem aşkın tek ama en zayıf ifade biçimi hem de onun sonunu hazırlayan celladıdır. Her aşkı ilk dokunuş öldürür.
Aşk mektuplarının piriyse belki de Kafka’nın Milena’ya yazdığı 17 Temmuz 1920 tarihli mektuptur: “Mektupta neler yazacağını biliyordum. Bu nerdeyse bütün mektuplarının arka planında vardı, gözlerinde vardı, alnındaki çizgilerde vardı… Ve senin kendine nasıl eziyet ettiğini görüyorum; nasıl kıvrandığını, kurtulamadığını ve asla kurtulamayacağını, bunu görüyorum ve yine de şunu söyleyemiyorum: Olduğun yerde kal. Fakat tersini de söylemiyorum, karşında duruyor ve o tatlı, çaresiz gözlerine bakıyorum… Bir tür keder ve aşk akıntısı beni yazmaktan uzaklaştırıyor”. Her aşk mektubunun piridir bu. Çünkü her aşık açmadan da olsa o mektupta ne yazdığını bilecektir. Tıpkı buradaki gibi. Mektuptaki kelimelerle alındaki çizgileri aynı kılansa aşkın tek mutlak hakikat olarak belirmesinden başka bir şey değildir. Aşk, alındaki çizgileri kelimeler gibi okunur kılarken, insana “yazmaktan uzaklaştığını” yazarak söyletecektir.
Aslında her aşk mektubu aynı zamanda birbirinin tekrarıdır. Ancak tıpkı Kafka’nın çocuklar için söylediği gibi “Onlar ciddidir ve imkânsız nedir bilmezler.” En büyük ortak özellikleri de işte budur. Aşkların imkânsızlığa başkaldırışlarının ve aşkın peşi sıra getirip önümüze koyduğu acıların izleri en güzel bu mektuplarda sürülür.
Ne demişti aşkın büyük ustası Metin Altıok “Bir kabuk içinde/ Birbirinden ayrılmaz/ … / Aşk ve acı yüreğimde/ İkiz badem içidir”. Böyledir aşk. Acısını terkisinde taşır. Dokunsan yakar, dokunmasan solacakmış gibi sana bakar. Mozart Constanze’ye yazarken aşk ve acıyı aynı anda söylüyordu mektubunda: “Mainz. 17 Ekim 1790. Not: Son sayfayı yazarken kağıdın üzerine birbiri ardına gözyaşları düşmeye başladı. Ama neşelenmeliyim şaşırtıcı sayıda öpücük uçuyor havada…”
Ve yanına yaklaştığında hayatta her şeyi terk edilebilir kılar o. Kadınlar kocalarını, erkekler evini barkını, sevgililer birbirlerini, bir kadın bir erkeği, bir erkek bütün kadınları, bir genç dünyayı, bir yetişkin dilini, bir dilsiz evini, bir yurtsever yurdunu, bir devrimci devrimi ansızın terk edip gidebilir. Ardına bakmadan, kaçarcasına gidebilmenin en “delikanlı” hali ve en “dişi” çığlığıdır aşk. Ve bu da mektuplarda yankılanır.
Aşk mektupları da taşıdıkları aşklar kadar ciddidir, yalancıdır, dürüsttür ve imkânsız nedir bilmeyendir. Ve ömründe bir defa bile bir aşk mektubu yazmamış ya da almamış olanların dünyasında onlar da aşklar gibi yavaşça yitip gidecektir.