Kendini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan, yüzü batıya dönük ve neoliberal ekonomi politikalarını benimseyen AKP’nin siyaset sahnesine girdiği 2002 seçimi öncesinde, partinin lideri Erdoğan katıldığı bir programda LGBTİ+ hakları konusunda kendine yöneltilen soruyu şöyle cevaplamıştı: “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Onların muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz.” Hak temelli bu yaklaşım kimilerine göre siyasal İslam’ın demokrasiyle pek tabii buluşabileceğine dair bir kanıttı. Kimileri ise, Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde demokrasiyi tarif ederken kullandığı “amaç değil araçtır” ifadesi nedeniyle söylediklerini samimi bulmadı.

***

Sonrasına yapılan açıklamalar tereddüt edenleri haklı çıkardı. AKP, LGBTİ+ bireylerin hak ve özgürlüklerini yasal güvence altına alacak hiçbir girişimde bulunmadı. Eşcinsellere yönelik sözleriyle en çok tepki çekenlerden biri de dönemin AKP’li Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’tı. Eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk olduğuna inanan Kavaf, bunun tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu söylemiş ve Kaos GL Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Yıldız Tar’ın ifade ettiği gibi, siyasal homofobinin mimarı olarak hafızamıza kazınmıştı. Aşağılama ve ayrımcılık içeren bu sözlerin gerekçesi olarak muhafazakâr dünya görüşünün ortaya atılması ise siyasal İslam ve demokrasi arasındaki uzak mesafeyi bir kez daha tartışılır kılmıştı. Hak, hukuk, kanun; partinin adında yer alan adalet, işte tam da bu yüzden, birisinin düşüncesi diğerinin hayatına mal olmasın diye vardır, olmalıdır. 

***

Kavaf’ın, on üç yıl önce kendi partisi içinden de eleştiri alan ayrımcı düşünceleri bugün AKP ve Cumhur ittifakı tarafından neredeyse firesiz sahipleniliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, LGBTİ+ propagandası yapıldığı ve bunun Türk aile yapısına zarar verdiği iddiasına dayandırılmıştı. Eşcinselliğin tarih boyu varlığını sürdürdüğünü reddedemeyen ancak her toplumda kültür, değer, hukuk ve inanç bağlamında hastalık veya normal dışı bir olgu olarak görüldüğünü söyleyerek LGBTİ+ bireyleri hedef gösteren, hak talep ettikleri için yıkıcı, bölücü, tehlikeli bir örgütmüş gibi lanse eden ve dahası bu kimlik mücadelesini kendi dünya görüşüne tehdit algılayıp mağduriyet devşiren bir muhafazakâr kitle sistematik olarak topluma düşmanlık pompalıyor. Bu kitle, demokratik değerleri popülist yöntemlerle yıpratan ve kutuplaşmayı otoriterlik inşasında bir araç olarak kullananların en gözde, en işlevsel aparatları. Çünkü Türk aile yapısı, kamu ahlakı, yerli ve milli olma gibi içi iktidarın inanç ve düşünce dünyasıyla doldurulan soyut ve muğlak kalıpların dışında bırakılan bir düşman, bir ‘öteki’ her zaman olmak zorunda. 

***

Bu anlamda Türkiye’de düşmanlaştırılmış pek çok ‘öteki’ var. Nefret objesine dönüştürülmüş LGBTİ+ bireyler de listenin başını çekiyor. ‘Ahlaksızlık’ ve ‘sapıklık’ diye tarif edilen eşcinsellik uluslararası lobi faaliyetinin bir parçası olarak, namlusu Türk toplumuna çevrilmiş bir silah gibi gösterilmeye çalışılıyor. Her ne kadar bilim aksini ispatlamış olsa da cinsel yönelimin hastalıklı bir tercih olduğu konusu ısrarla işleniyor. Gelişmiş demokrasilerde LGBTİ+ haklarının aynı zamanda insan hakkı olduğu kabul edilerek LGBTİ+ kimliklerin tanınması konusunda önemli ve olumlu anlamda yol alındı. Ancak bu kazanımların önünde yine, batı demokrasileri içinde kendine yer ve taraftar bulan popülist aşırı sağ siyasetin durduğunu görüyoruz. Bu ilk bakışta muhafazakâr bir dünya görüşünün yansıması gibi algılansa da gerçekte olan, otoriter siyasetin tüm dikkatleri yarattığı düşman üzerine çekerek sömürü, yoksulluk, iklim krizi gibi hayati sorunların üzerini örtüp topluma ihtiyacı olan çözümleri sunmaktan kaçınması.

***

2002’de eşcinsellerin muhatap oldukları muameleleri insani bulmayan Erdoğan, 2023’de Birleşmiş Milletler binasına girerken basamaklardaki gökkuşağı renklerinden rahatsızlık duyduğunu açıkladı. Erdoğan’ın sapkın akımlar dediği, toplumu zehirleyip aile yapısını temelden dinamitlediğini söylediği LGBTİ+ çıkışı dünya basınında da yer aldı. Durum o ki, Erdoğan BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini temsil eden renklerini yanlış anlamış, ama konuya bakışının doğru anlaşıldığından şüphe yok. Kaos GL’nin geçen hafta 29. yaşı sebebiyle “ayrımcılığa, baskıya, şiddete, nefrete karşı el ele” diyerek yayınladığı kısa film iki gün içinde beş milyon kişi tarafından izlendi. Ele ele tutuşan iki kadını nefret dolu bakışlarıyla taciz eden adama karşı trendeki diğer yolcuların birlik olup o iki ele destek vermesi yalın ve güçlü anlatımıyla milyonlarca insana ulaştı. TCDD’nin suç duyurusu sonrası, dernek oyuncuların ve filmi çeken şirketin ölüm tehditleri aldığını açıklayarak filmi yayından kaldırdı. Günün sonunda nefreti yayan da nefrete karşı el ele veren de bir kez daha görünür oldu. Cinselliğin dinin ve devletin karışamayacağı, sadece bireye ait özel bir alan olduğu kabulünü eleştiren, bunun eşcinselliğe yol açtığını söyleyen, dahası batının bunu Müslüman dünya için baskı ve dışlama aracına dönüştürdüğünü iddia eden yine ve yeniden bir muhafazakâr mağduriyetle karşı karşıyayız. Söz konusu insan hakkı olduğunda hiç kimse sadece bana kadar diyemez.