Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yirmi yıllık “haşin” iktidarını, 2023 Mayıs Seçimlerinde (14 ve 28) perçinledi. Oysa seçim öncesi iktidar açısından şartlar çok namüsait idi. Yüksek enflasyonla Türk parası pul olduğu yetmiyormuş gibi bir de üzerine deprem gelmişti. Deprem sonrasında (Cumhurbaşkanı’nın bile kabul ettiği) aksaklıkları hiç saymıyorum.  

Sonuçlar açık olarak gösterdi ki; AK Parti’yi, AK Parti yöntemleriyle “Tek Adam Rejimi”ni de “Tek Adam” tarzıyla devirmek mümkün olamıyor!  

Çok bilinen bir gerçektir:  

-Bir malın taklidi en iyi takdiridir! 

Sağa çark marş” taktiği ile kazanılması hedeflenen sağcı seçmenler en çok “takdir” edilene yöneldi. Aslı varken taklidini niye alayım diye düşündü ve “Hakiki Tek Adamı” seçti!  

Şimdi ülkenin önünde yeni bir seçim daha var. Muhalefet “ağır yaralı” olarak hazırlanıyor. İktidar ise her zamanki avantajıyla, devlet imkânları deniz; hizmet “götürmeyenleri” de keriz olarak mütalaa ediyor. Yani onların işi çok zor değil. En iyi bildikleri işi yapıyor olacaklar, 2024 Mart’ındaki yerel seçimlerde… 

***

Esas sorun muhalefetin, -daha doğrusu- soldaki seçmene hitap eden partilerde… Bir araya gelebilecekler mi? Burada belirleyici olan ana muhalefet markasıyla arzı endam eden parti. Teorik olarak kendisi “solda” gördüğünü ifade etmesine karşın, sağcılık yarışında bazı sağ partileri geride bıraktığını kabul eden, milletvekillerine, belediye başkanlarına, üst düzey yöneticilere sahip bulunuyor. 

Sosyalist Enternasyonal’e üye olmuş bir partinin, milletvekili ve belediye başkanlığı için yapılacak ön seçimi partiye karşı “sabotaj” olarak değerlendirmesi “tuhaf” olarak bile kabul edilmiyor. Ülkeye “demokrasi getirecek” ama kendi içinde bunu uygulamıyor. Törenlerde ve anmalarda “Cumhuriyeti ve demokrasiyi çok seviyoruz” diye devasa afişler yapıp, pankartlar asıp,  ilanlar veriyorlar. Ama Cumhuriyet’in temel ilkesi olan “Laiklik” konusunda “esnek” davranmayı seçiyorlar: 

-Laiklik dinsizlik değildir! 

***

Oysa bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ün 1925’te Kastamonu’da söylediklerini 2000’li yıllarda yüksek sesle telaffuz etme cesaretini gösteremediler:   

-Ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz! 

Diyanet İşleri Başkanlığı’nı 1924 yılında kuran Atatürk’ün “aşırı solcu ve marjinal” olduğunu kimse iddia edemedi. Ama o cesaretle din işleriyle, devlet işlerini ayırdı. Gericiliğe katiyen ödün vermedi. Aradan 100 yıl geçtikten sonra, ülkenin içinde bulunduğu “ahval ve şerait” altında bir şeyler yapmak isteyenlerin önünde tek yol var:  

-Atatürk kadar solcu olmak!