Bölünme kaygısı memleketin en esaslı tarihsel-coğrafi kaygılarından biridir. Türkiye’nin sosyal coğrafyasının da fiziksel coğrafyası gibi önemli fay hatları tarafından kesildiğinden şüphe yok. En aktif fay hattının Güneydoğu’dan geçtiğini de söyleyebiliriz. Şu günlerde bu hatta önemli bir hareketlilik gözlüyoruz; öyle ya da böyle gündemimizin en önemli maddesi olan referandum sürecine de bölünme meselesi ağırlığını koymuş bulunuyor. AKP referanduma niye evet denilmesi gerektiği konusunda bölünmeyi adres gösteriyor; MHP Lideri de bu gerekçeyi gerekçe gösterip en has evetçi haline geliyor.

Lakin son yapılan kamuoyu yoklamaları ve anketler gösteriyor ki; bu etkili fay hattının yarattığı korku AKP seçmeninin % 20’sini, MHP tabanın ise % 80’lik bölümünü ikna etmiyor. İkna olmamalarının temel nedeni olarak tek adam rejiminin bu kesimlerde de bir kaygıya yol açması gösteriliyor. Ancak söz konusu kesimlerde duyulan kaygının daha başka boyutlarının da olduğu kanısındayım.

Daha açık ifade etmek gerekirse; Türkiye’de çok farklı kesimler Türkiye dediğimiz ulus devlet toplamının hiçbir dönemde şahit olunmamış bir çözülme içinde olduğunu görüyor ya da sezinliyor.

Çözülme tahlili için, ulus-devlet tanımlamasıyla başlayalım. En özet biçimiyle “ulus-devlet, belli sınırlar içinde tahayyül edilmiş bir ulus tanımı altında ve bir devlet örgütlenmesi etrafında birlikte yaşama iradesi” olarak tanımlanabilir.

Bu tanımlama doğruysa, çözülme dediğimiz süreç bir yandan ulusal dediğimiz toplumsallık, diğer yanda da devlet dediğimiz siyasallık içinde bazı bağların zayıflaması ya da kopmasına işaret ediyor. Ulus ve devlet parçalarında yaşanan çözülmeler, sonunda birlikte yaşama iradesinde de bir zayıflama ve çözülmeye yol açıyor.

Son dönemde MHP içinde yaşanan bölünme yaptığımız tartışma açısından ilginç bir örnek oluşturuyor. MHP Lideri, Kürt sorunu etrafında bir bölünmeye işaret ediyor; muhalifler ise Devlet Bahçeli’ye “bir de devlet tarafındaki çözülmeye bak” diyorlar.

Bu tartışma referandumun sonucunu belirleyeceğinden son derece önemli. Kuşkusuz bu sürece gelene kadar her kesim kendi siyasi pozisyonuna göre tahliller yapıp, pozisyon aldı.

Bizler devletin sol tarafına ilişkin bağlayıcıların tahribine direnmeye çalıştık. Kamu teşebbüslerinin satılması, özelleştirmeler, kamu arazilerinin talanını bir bölüşüm sorunu olarak anlattık! Ama biliyoruz ki sesimiz özellikle sağ ve muhafazakâr kesimlere ulaşmadı.

Şimdi o kesimlerin belli bir bölümünün kulakları geçmiştekinden daha açık görünüyor. Çünkü bir çözülme yaşandığını o kesimlerin de yaygın kaygısı haline gelmeye başladı. Ancak soldan gelen değerlendirmelerin de bazı ortak paydalara işaret etmesi gerekiyor. Unutulmaması gereken nokta şudur; ulus devlet belli bir kesimin tasarımı ve tasarrufu altında oluşan bir gerçeklik olmaktan çok bir müzakerenin sonucudur.

O nedenle müzakere eden bir dile ihtiyaç var. Örnek mi? İşte örnek varlık fonu! Nedir varlık fonu ile yapılmak istenilen? Kamuya ait bu varlıklar şimdi bir sepette toplanıyor. Onlar üzerinden Türkiye’nin derinleşen mali sorunlarını çözecekler, bu değerler karşılık gösterilerek, proje garantileri, krediler sağlanacak, muhtemelen bu yol boyunca önemli bir bölümü elden çıkarılacak.

Ama bu varlıklar aynı zamanda ulus devletin bağlayıcıları olarak işlev görüyor. Milliyetçi ve muhafazakâr kesimlere anlatılması gereken tam da bu varlıkların müşterekler olarak ulus-devletin yeniden üretilmesinde oynadığı roldür.

Kuşkusuz bu sürecin sınıfsal boyutları çok önemlidir. Ancak yapılanın başka bir düzlemde ulus-devletin bağlarından bir bölümünün daha ortadan kaldırılması anlamına geldiğini söyleyecek popülist bir akla da ihtiyacımız var.

Kısaca; bir süredir solun kendi içinde geliştirdiği müşterekler siyasetinin sağ seçmenlere de anlatılabilecek bir sürümüne ihtiyacımız var.