Bir yakınım geçenlerde, “DAEŞ dendiğinde IŞİD’i kastettiklerini uzun süre anlamadım. ‘Bu DAEŞ de nereden çıktı’ diye düşündüm” dedi.
Aklıma, Gezici’nin son anketindeki bir sonuç geldi. AKP’ye oy verenlerin önemli bölümü, Ankara Katliamı’nı PKK’nın gerçekleştirdiğini zannediyordu. Çünkü partilerinin eski ve yeni liderleri, katliamla ilgili her cümlede PKK adını geçirmişlerdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, katliamda IŞİD imzası olduğunu açıkladıktan sonra bile…
Ders kitaplarında okutulacak iki örnek.
Aslında, siyaset bilimden iletişime kadar, yöntem yüzyıllardır bilinir. Kitaplarda anlatılır: Kendi isimlerini ve tanımlarını dayat. Kafaları karıştır. Hedefleri şaşırt. Dikkatleri, istediğin yere yönelt.
Yöntem yeni değil. Ancak, son dönemde karşımıza çıkanlar, bunun en cüretkâr, en vahşi örnekleri.
100’den fazla insanın hayatını kaybettiği korkunç bir katliamdan sonra bile, YALAN olduğu apaçık belli şeyler söylemekten çekinmediler.
Tutumun nedeni de apaçık belliydi.
Katliamın ardında IŞİD’in olduğunu söylemek, faturanın (en azından bir ölçüde) iktidara çıkması anlamına gelecekti. Oysa sorumluluğu PKK’ya yüklemek ‘onunla mücadele eden iktidar’ fotoğrafını pekiştirecekti. Nitekim Davutoğlu, katliam sonrası AKP oylarında artış olduğunu söylemişti.
Bu satırları yazarken seçim sonuçları henüz belli değildi. Dolayısıyla, AKP oylarını artırdı mı? Artırdıysa hangi oranda? Bilmiyorum.
Ancak şunu iyi biliyorum:
Eğer AKP tek başına iktidarı zorlayabilecek bir oran tutturmuşsa, çok daha sert bir dönem başlıyor demektir. Dinci faşizm yüzündeki son maskeleri de indirecek demektir.
Eğer AKP tek başına iktidar olamasa bile, sandıktan oy kaybetmeden çıkmışsa.. Ve onsuz koalisyon kurulamayacak ise, yine bizi zor günler bekleyecektir.
Her iki durumda da yollar, medyaya çıkacak.
Geçmişte yaşananlar ve gelecekte yaşanacakların üstünün örtülmesi için... Akılların iyice karıştırılması için.. Gerçeklerin öğrenilmemesi için... Yolsuzlukların, katliamların cezasız kalması için...
Kısacası, otoriter / hegemonik yönetimlerini sürdürebilmek için...
MEDYA LAZIM. Onsuz olmaz.
Bu yüzden Gülen Cemaati’nin gazetelerine -basın kartına kan bulaştıracak bir şiddetle- pervasızca... Bir o kadar da pespaye bir tavırla saldırdılar.
Bunu, Cumhuriyet gazetesine ‘bombalı saldırı ihbarı’ izledi.
Gazete binasına ve Ahmet Hakan’a saldırıyla zaten hep hedefte olan Doğan Grubu’nun rahat nefes almaması için de her şey yapıldı. Yapılıyor. Önümüzdeki günlerde, haklarında açılan terör soruşturması ciddiye binerse, Hürriyet veya CNN TÜRK’ten birileri gözaltına alınırsa şaşırmayacağım.
İçerde fena halde sıkışan... Dışarda da her cephe ile kavgalı hale gelen bir iktidardan söz ediyoruz.
Hitler’in son günlerini getirin aklınıza. Asla unutulmayacak karelerdendir: Hitler, savaşa gönderilen ‘son askerleri’ denetlemektedir. Yani, yaşları 18’in altındaki çocukları.. Cepheye gönderilmeyen bir tek onlar kalmıştır zira. Hitler, çocukların ellerini sıkar. Bazılarının yanağını okşar. Yenilgiyi kabullenemeyen, yaklaşan sonu göremeyen bir meczup, kendisini kurtarabilmek için çocukları kurban etmektedir. Onları, savaş alevlerinin içine atmaktadır.
Berkin’den, Medeni’den, Ceylan’dan ya da daha geçenlerde bir polis kurşunuyla kaybettiğimiz dünya güzeli Dilek’ten konuşurken hep o kareler geliyor aklıma. “Nasıl vicdanları sızlamıyor” diye soruyoruz ya! O çocuklar için nasıl olup da gözyaşı dökmüyorlar diyoruz ya! Berkin’in annesinin yuhalatılmasına, Dilek’e bir cenaze arabasının çok görülmesine şaşıyoruz ya!
Şaşırmayalım. Sormayalım.
Zira suç büyükse korku çok büyük oluyor.
Korku çok büyükse de zihinlerde ve yüreklerde başka bir şeye yer kalmıyor.
Türkiye, bugün böyle bir kavşakta. Hangi yola gidileceğini elbette bugünden yarına söylemek zor. Ancak şu sahiden çok net. Medya, giderek büyüyecek bu kavgada iktidarın en önemli silahı.
Bu yüzden..
Etik kaygıları, meslek ilkelerini falan bir yana bırakın.. Sadece BU YÜZDEN..
Medyanın ‘iktidar karşıtı bir blok’ olarak dayanışması gerekiyor. En azından bu konuda ortak bir ses oluşturması gerekiyor.
Yoksa, her gazeteyi / televizyonu teker teker düşürecekler... Hepimizi tek tek avlayacaklar..
Haberiniz olsun!
• • •
Dedikten sonra…
Şunu eklemeliyim: Evet, fırtına yaklaşıyor. Ancak, bunu ‘karamsarlık’ değil, bir tespit olarak okuyun. Ve elbette, Murathan Mungan’ın o müthiş sözleriyle, Yeni Türkü’nün şarkısını hatırlayın:

Bak işte yaklaşıyor fırtına
Bak yine yükseliyor dalgalar
Yollardan sonra yıllardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan
DENİZLER’e çıkar sokaklar...