Nasıl başka bir dünya mümkünse, hakkaniyet, dayanışma ve toplumsal ihtiyaç üzerinde yükselen bir finans sistemi de mümkün....

Nasıl başka bir dünya mümkünse, hakkaniyet, dayanışma ve toplumsal ihtiyaç üzerinde yükselen bir finans sistemi de mümkün. Yaratılan umut verici örneklere rağmen, solun finans konusuna biraz daha kafa yorması gerekiyor
Amerikan yatırım bankası Lehman Brothers’ın 15 Eylül’de batışına göz yumulması ile birlikte, küresel kriz ikinci ve daha yıkıcı evresine girmişti. Aradan tam sekiz ay geçti, şimdi toz duman bulutu biraz aralanmaya başladı, bilanço çıkarmaya daha uygun bir tablo belirdi. Uluslararası sermayenin en etkili yayın organlarından The Economist’in her yıl yayımladığı “uluslararası bankacılık” araştırmasının bu yılki konusu: Bankaların yeniden inşasıydı.
Rapor, bankacılığın çuvallayan bir endüstri olduğunun itirafıyla başlıyor. Bankacılık şirketlere ve tüketicilere sermayeyi etkin bir biçimde tayınlamak demekti; halbuki onlar krediyi her isteyene verdiler. Bankaların kısa vadeli borçları, uzun vadeli kredilere dönüştürerek, becerikli risk yönetimi sayesinde para kazanması beklenirdi; aksine bu onların mahvına sebep oldu. Ekonomiler arasında kredi akışını hızlandırmaları umut edilirdi; bunun yerine engeller hale geldiler.

KENDİNE KEYNESCİLİK DÖNEMİ
Hikâyenin devamı malum. Hükümetler sermaye yardımında bulunarak, merkez bankaları aracılığıyla doğrudan para pompalayarak, “tercihli hisse senedi” satın alıp borç vererek, borçlarını garanti ederek, ellerinde bulunan tahvil-finansman bonosu gibi kağıtları satın alarak, bankaları kurtarabilmek için pervane oldular. Bu işin faturası da her zamanki gibi vergi mükellefi sade yurttaşın cebinden çıkacak. Rapor, IMF’nin G-20 ülkelerinde 1980’de yüzde 40, 2000’de yüzde 70 olan kamu borçlarının GSYİH’ye oranının 2014’de yüzde 100’e çıkacağı öngörüsüne yer veriyor. Bunun anlamı; kamunun sunduğu eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerinin miktarı ve kalitesinde gerileme; kamu yatırımlarında düşüş; eğer sermaye egemen ekonomi politikaları sürerse, alışverişte ödediğimiz dolaylı vergilerin yükselmesidir. Yıllarca, “istihdam yaratmayan büyüme” yaşandı, hükümetlerin kılı kıpırdamadı. Ne zaman ki kapitalistler okkanın altına gitmeye başladı, sermayenin kendine Müslüman benzeri “kendine Keynesçi” refleksleri harekete geçiverdi.
Bankacılık kriz yaşarken, en büyük bedel ödeyenlerin başında sektörün sıradan memurları geliyor. İlk kapıya konan onlar oluyor; sırf Amerika’da Aralık 2006’dan beri finansal hizmetlerde yarım milyon istihdam kaybı yaşandığı kaydediliyor. The Economist, bankacıların altına Porsche çekmiş sosyopat imajlarına karşın, şubelerde çalışan, IT denen enformasyon bölümlerinde veya çağrı merkezlerinde ter döken personelin, mütevazi ücretlere talim ettiğini hatırlatıyor. Büyük ikramiyelere mazhar olanlar ise, başarısız stratejilerin mimarı üst kademe yöneticiler.
Son dönemde bilindiği gibi, Amerikan hazinesi kritik durumdaki bankaları “stres testi”nden geçirdi. Arkasından Avrupa bankaları da bu kervana katıldı. Halbuki bir çok bankanın daha kriz öncesinde bu testi uyguladığı, ama erken teşhiste başarı sağlanamadığı ortaya çıktı. Örneğin sektörün en parlak risk yöneticisi diye ünlenen Goldman Sachs, İngilizcesi “worst of the worst” olan, Türkçe’ye “beterin beteri” diye çevrilebilecek “wow” testini uyguluyor. 1998’den beri meydana gelen en vahim olayların yüzde 30 daha kötüsünün, hem de eş zamanlı ortaya çıkacağı varsayılıyor. Yine de hayatın acı gerçekleri ölçüsünde kötümser bir senaryo yaratılamıyor. İşte, aynı isimli kitabın yazarı Nesim Taleb bu durumu “Siyah Kuğu”ya benzetiyor. Milyonda bir de olsa siyah kuğu çıkıyor, istatistik derslerinde öğretilen yüzde 90, yüzde 95, yüzde 99 güven aralıkları varsayımında geçerli tezleri berhava ediyor.

KRİZ ORTAMINDA YENİ TRENDLER
Kriz ortamında bankacılıkta da yeni trendler beliriyor, sektörün gölgede kalmış bazı segmentlerinin yıldızı parlıyor. Bunlar arasında “İslami bankacılık” da bulunuyor. Riskin paylaşılması ve spekülasyonun yasaklanmasının şeriata uygun finansı cazip kıldığı bildiriliyor. Bu tespiti yapanlar eğer “İhlas Finans” mağdurlarıyla tanışsalardı, bu olumlu yargılarını değiştirmek zorunda kalabilirlerdi.
İnternet üzerinden “kişiden kişiye” borçlanma platformları rağbet gören diğer bir yenilik, madem bankaların “işin erbabı” olduğu yolundaki inanç zedelendi, öyleyse aracıya para kaptırmayız, komisyon filan ödemeyiz diye düşünenler, soluğu ekran başında alıyor. Bir kriz de sanal alemden patlar mı? İşte bunu zaman gösterecek.
Bankaların itibar kaybını fırsata dönüştürmeye çalışanlar arasında süpermarketler de bulunuyor. Hazır ellerinde müşteriler varken, bankacılık hizmetleri de sunup, karlarına kar katmayı kafalarına koymuşlar. “Perakendeciler önce müşteriyi düşünür, bankalar ise karı” tarzı sloganlarla taarruza geçmeyi planlıyorlar.

KANADA BANKACILIK SİSTEMİ
Bu arada, krize en azından şimdiye kadar şerbetli gibi görünen örnekler üzerinde de duruluyor. Bunlardan biri,  Kanada bankacılık sistemi. Öncelikle, Kanada’da Amerika’nın tersine konut kredisi faizleri vergiden düşülemiyor. Konut kredisini ödemek istemeyen, anahtarı kapı üzerinde bırakıp, arkasını dönerek gidemiyor. Ödemelerin aksaması halinde, borçlunun diğer varlıklarına rücu edilebiliyor. Böylelikle, konut fiyatları nasıl olsa yükselir varsayımı üzerinden kumar oynamak engelleniyor. Zaten kredi alabilmek için daha yüksek peşinata sahip olmak gerekiyor. Az sayıda ve hepsi cesametli bankalardan oluşan, bu nedenle hiçbirinin batması göze alınamayacak Kanada bankacılık sektöründe, ticari ve yatırım bankalarına uygulanan tek bir düzenleme rejimi bulunuyor; yüksek kaldıraca, diğer bir deyişle az sermayeyle yüksek risk üstlenmeye izin verilmiyor. Bu nedenle, son çeyrekte tüm Kanada bankaları hatırı sayılır karlar açıklayabiliyor.
İSVEÇ BANKACILIK SİSTEMİ: KİLİSE KULESİ
Diğer bir parlak örnek, İsveç’ten Swenska Handelsbanken. Bu banka, 2008’in son çeyreğinde karını yüzde 38 artırmış. İsveçliler “kilise kulesi” ilkesini benimsemiş. Yani kredi kararlarını şube yöneticileri veriyor, sadece yerel aktörlerin fon ihtiyacını karşılıyorlar. Müşteri şubeye, “kilise kulesinden” görülebilecek denli yakında bulunmak zorunda. ?ubelere ücretleri belirlemek, finansal ürünleri tasarlamak, maliyetleri kontrol etmek için tam yetki veriliyor. Yöneticilere ikramiye saçmak gibi keyfiliklere de rastlanmıyor. Eğer banka bu yıl olduğu gibi karlılık hedeflerini aşarsa, para bankanın en büyük hisse sahibi çalışanların emekli fonuna gidiyor.

GÜNEY’DE EŞİTLİKÇİ KARAR SÜRECİ
Söz alternatif bankacılıktan açılmışken, ilk akla gelen tabii ki, Venezuela ve Arjantin’in önerdiği Banco del Sur (Güney’in Bankası) oluyor. Düşünülen her ülkenin bir oy sahibi olduğu, karar alım süreçlerinde eşitlikçi bir Latin Amerika bankası. Diğer taraftan, yeni kurumun, özellikle yoksullara, ezilenlere kredi vermek gibi “sosyal bir boyutu” bulunmadığını hatırlatmak gerekiyor.
İngiliz iki aylık sol dergi Red Pepper’ın Nisan/Mayıs 2009 sayısında, Yeni Ekonomi Vakfı’ndan Sargon Nissan, umut veren bir örnek olarak, İngiliz kooperatif bankası Provident Financial’dan söz ediyor.
İngiltere’de deregülasyon adı verilen denetimsiz ortamla öncelikle Amerikan finansal kurumları cezp edilmeye başlandı. ABD’de izin verilmeyen uygulamalar, Londra’da mübah kabul edildiği için, bankacılık merkezi City’nin adı “finansal Guantanamo Körfezine” çıktı. İngiliz bankaları da monoton bankacılık yerine, spekülasyon peşinde koşmaya başladılar.
Sözünü ettiğimiz Provident Financial ise yerele, başka kanallardan krediye ulaşamayacak, “finansal dışlanmaya” uğramış kişi ve şirketlere yöneldi. 2008’de bankadaki hesapların sayısı yüzde 65 arttı; mevduat miktarı 2.7 milyar pound iken, 3.8 milyar pounda sıçradı. Nissan’a göre, bu kooperatif bankası, güçlü toplumsal ahlak temelinde yükselen müdebbir bankacılık yoluyla, finansal devlere galebe çaldı.
Nasıl başka bir dünya mümkünse, başka bir finans da mümkün. Hakkaniyet, dayanışma, toplumsal ihtiyaç üzerinde yükselen bir finans sistemi. Anlaşılan, tüm bu umut veren örneklere karşın, solun finans konusuna biraz daha kafa yorması gerekiyor.