Başka Dilde Aşk duygulara oynayan yapısı, filmin içinde mesajların pek dolu cinsten olması, melodramatik yapısıyla modern bir

Başka Dilde Aşk duygulara oynayan yapısı, filmin içinde mesajların pek dolu cinsten olması, melodramatik yapısıyla modern bir Yeşilçam havasına sahiptir. Bir bütün olarak senaryo ciddi hatalar içeriyor, gerçeklik duygusu zayıf. Örneğin basit bir şekilde bir çağrı merkezi atmosferi, telefonla satış, biraz basit bir direniş hikâyesi, mutlu sonla bitirmek için çok uğraşması… Gerçekten modern bir Yeşilçam melodramı atmosferinde, burası ilginçtir, çünkü tamlamanın kendisi çatışmalı bir yapıya sahip: modernlik ve Yeşilçam’ı bir araya getirmek biraz zorlama bir çabaymış gibi duruyor. Çünkü Yeşilçam hem pre-modern hem de anonim olarak üretildiği için modernist yapıların alâmetifarikası olan birey merkezli yaklaşımların bir hayli uzağındaydı. O zaman ne demek modern-bir Yeşilçam? Bunu biraz deşmek anlaşılır olmak için gereklidir.
Birincisi Yeşilçam’ın teorik mayasında iki unsur yatar: aslında Avrupa eğlence sinemasından uzaklaşma ve belirli açılardan Avrupa sanatının iç dünya problematikinden kopma sürecinin tarihsel olarak başlangıcı 1938 yılında Türkiye’de gösterilen Aşkın Gözyaşları adlı Mısır filmiydi. Bu film içerdiği şarkıların musikisi, anlatının merkezindeki mutaassıp öğeler, ahiret de buluşulan aşk merkezli yapısıyla, dini motifleriyle, insanların konuşma biçimleri, görsel “zenginliği” ve sahip olduğu inanılmaz mantık dizgesiyle ülkemizde bir patlamanın başlangıç noktasıydı. İkili anlamda bir patlama oldu, bu filmin gösteriminden sonra. Savaş nedeniyle gittikçe kapanan Avrupa sinema pazarlarının yerine 10 yıl içinde 100 civarında Mısır filmi ithal edildi ülkemize, bu birinci patlamaydı. İkincisi ise hem yerli filmlerin bunların benzerini yapması hem de bu tür filmlerin gördükleri ilgi nedeniyle seyirci düzeyinde yaşanan patlamaydı, bu da ikinci patlama olarak kabul edilebilir. Daha bir yıl geçmeden şarkılarını dönemin büyük sesi Münir Nurettin Selçuk’un söylediği Allah’ın Cenneti adlı filmi Muhsin Ertuğrul yönetmişti. Sinemamızın kentli değerlerden ve modernleşme dinamiğinden bu kopma büyük ölçüde pre-modern ve töresel yapıya sığınması, toplumun ise gittikçe modernleşmesi gerçeği, filmlerimizin kendine özgü bir mantık dizgesi yaratmasına ve akıl almaz olaylar dizinini beyazperdeye aktarmasına neden olmuştu.
Dahası  da var. Yeşilçam bir bütün olarak gericiydi, ama aynı zamanda bu gericiliğini insanlık söylemi içinde yapıyordu, kendi kötülerini icat ediyor, bunları kendilerine göre alt ediyordu. Yarattığı gerçeklik herhangi bir toplumsal formasyondan alınma değildi ve kurmacaydı. Hayali bir dünyaydı, azınlıklardan insanlar dahi bu kurmaca dünyanın tutarsız masallarını beğeniyorlardı. Bir bütün olarak kaçış üzerine endeksliydi, ama gelin görün ki halk kaçmak istiyordu, kaçmak istemeyenler için ise sansürün kılıcı orada bekliyordu. Sansürün bir mantığı olmadığı söylenir, benim gibi zavallı biçareler bu mantığı bir türlü kabul edemezler, tarihçiler sansürün son derece tutarlı bir mantığa sahip olduğunu biliyorlar çünkü.
Ben Yeşilçam’ın insanların yaşamadıkları özlemleri tatmin aracı olarak dönemsel olarak işlevi olduğuna inanırım. Bütün bayağılığına karşın. Bunun nedeninin halkın kendisinin bayağılığında yatması ve özlemlerini sinsice kapitalizmin küstahça tüketim ideolojisine sunmasıdır. Buna karşın aynı kapitalizmin insanlarımızın en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz bonkörlüğü nedeniyle arada oluşan açıyı filmsel zeminde kendine has kurduğu gerçeklik düzleminde, ilkel ve adice formlardan oluşturduğu konvansiyonlarıyla yıllarca insanlara başarıyla sattıklarına inanıyorum. Kınamanın bir faydası yok, ama bu yıllar denince bazı entellerin aklına yalnızca Alp Zeki Heper gelmesi ya da Metin Erksan/Halit Refiğ ya da başkalarından oluşan çiftlerce alternatif başarı öyküleri koymasını –açık söyleyeyim- ikiyüzlüce ve cahilce bulurum.
Biz gelelim Başka Dilde Aşk ve modern Yeşilçam meselesine. Türkiye 1945 sonrasında Hür Dünya’ya diyerek Amerikanın kolu kanadı altına girdi, kelimenin gerçek anlamıyla Tam Bağımsızlığını reddetti ve Yurtta Sulh Cihanda Sulh söylemi yerini Amerika yanında savaş çığırtkanı bir söyleme bıraktı. Düşünün ülkemiz 1960’larda Cezayir’e karşı Fransa’nın yanında yer alıyordu. Kore’ye asker göndermeyi bırakın, Nato’nun en büyük ordularından birini besliyordu. Dolayısıyla Avrupa’nın pabucu dama atılırken, Hollywood’un süprüntülerine perdelerimizi açmamak olmazdı. Bilindiği gibi Hollywood gayri-resmi yoldan ABD’nin gerçek dışişleri bakanlığı olarak halen başarıyla ve etkin olarak çalışmaktadır. Gerçekten de Onlar Ortak Biz Pazar söylemi ülkemiz için doğrudur, bizim pazarlarımızın onların elinde olduğunu reddetmek istatistik rakamları eşliğinde düpedüz yalan söylemekten başka yolu olmayan bir açıklamadır. Bu nedenle Türkiye’de Yeşilçam büyük oranda Hollywood filmlerinden ve bunların süprüntülerinden itinayla beslenmiştir.
Bu anlamda modern bir Yeşilçam filmi dediğimizde, artık call center da çalışan buna karşın pastalı şaraplı kutlamalar yapan, Grafik Tasarım okuyup, Boğaziçi Üniversitesinin kütüphanesinde çalışan, buna karşın pekiyi koşullarda yaşayan, modern bir ailenin oğluyla patriyarkal bir ailenin kızının muhteşem aşkını, ilginç bir direniş öyküsüyle birleştiren bir yaklaşımla oluşmuş. Mutlu sonla bitirmek için epeyce ter dökülmüş bir filmi görünce modern bir öykü diyorsunuz. Eğer klasik bir Yeşilçam filmi olsaydı, baba ne kadar otoriter olsa bile, kızının aşkının büyüklüğü karşısında kabullenirdi, elbette ki erkekte de ne büyük yetenekler olurdu, örneğin bu filmdeki kürek takımında olmazdı da kürek şampiyonu olurdu. Ya da ne bileyim çalar saat yerine sallanan yatak mekanizması kurmazdı herhalde Yeşilçam. Ama bunca yıl sonra nihayet bir filmde basın açıklaması yapmak için izin alınmak zorunda olmadığı söylendi, bu da az bir şey değildir. Polisimiz de biraz tuhaf derecede saldırgan gösterilmiş, eskiden olsa makas yerdi sansürden. Diyeceğim o ki, Yeşilçam’ın Hollywood’dan alıp apartarak yerlileştirdiği hikâyelerde bu kez sansürün hışmını üzerlerinde hissetmedikleri için az yerlileştirip, bol mesajlı, her söylendiğinde içimi ürperten “Çok güzel mesajları olan filmler yaptık” (Nuri Alço bile bunu söylemişti) sözünü fazla ciddiye alıp birçok mesajı filme yığıştırdıkları için arkadaşları kutlamak lazım.