Yerli sahneden indie rock topluluğu The Away Days uzun süredir planladığı debut stüdyo albümünü önceki hafta yayımladı. Dreamed at Dawn adıyla gelen bu uzunçalar doğru hikâyesi ve güçlü sounduyla ışıl ışıl parlayan bir kayıt.

Belki Nepal’de bir yerde

Kulağımda çok heyecanlı bir albüm dönüyor. Kadrosunu Oğuz Can Özen, Sezer Koç, Orkun Atik ve Anıl Atik dörtlüsünün oluşturduğu indie rock ekibi The Away Days’in Pasaj Müzik aracılığıyla gelen ilk albümü Dreamed at Dawn bu.

The Away Days… 2013 ortalarında ilk şarkılarından Galaxies’i duymuş ve kendi kendime “kim bunlar?” demiştim, hatırlıyorum. Onlarla 2014’te, Peyote konserlerinden hemen önce konuştuğum an da aklıma geliyor şimdi. Vokaldeki Can şöyle demişti: “Yalnızca ‘hadi bir albümümüz olsun’ diye düşünseydik bunu yapmak bizim için zor olmazdı. Sana şu kadarını söyleyeyim, hazırlıklar birkaç ay bile sürmez. Ama dert ettiğimiz sadece bir albüm yapmak değil. Gerçek bir albüm yapmak.” Açılıştaki Downtown’dan anlaşılan tam olarak bu: Dreamed at Dawn’ın derdi sadece bir albüm olmak değil. Gerçek bir albüm olmak.

Başlarken değindiğim gibi heyecan dozu yüksek albümlerden Dreamed at Dawn. Uzunçalar toplamda sahip olduğu on iki şarkıda da bu sirayet gücünü yansıtmayı başarıyor. İki numarada ses veren Places to Go’dan beşinci sıradaki World Horizon’a, Less Is More’dan kapanışa yakın Now You Don’t Know’a kadar bütünlüklü ve asla yüzeysel olmayan bir albüm var burada.

Bana sorsanız onların geride kalan beş yıllık kariyerlerinde sık aralıklarla servis ettikleri şarkılardan oluşan bir albüme de hayır demezdim. Best Rebellious, Calm Your Eyes, Sleep Well, Paris… Bunların her biri modern alt. rock etkileşimlerinin içinden geçen harika parçalar. Ama “daha iyisini yapmak istiyoruz” dercesine grubun bu yeni albümünde tamamen yeni şarkılar ses veriyor. Yeni sözler, doğru düzenlemeler, temeldeki janrlar yerinde dursa da yeni müzik. Bu riski The Away Days’in almasından salt bir dinleyici olarak mutlu olduğumu belirtmem gerek. Ne demiştik: “gerçek bir albüm.”

2014’teki o röportajdan Sezer’in sözlerini hatırlayarak kapatmak istiyorum. “Şarkı dilimizin İngilizce olması yalnızca yaptığımız müziğin oraya ait olmasından kaynaklı. Yoksa ne yurt içinde dedikleri gibi Londralı olmaya çalışıyoruz, ne de İstanbul’u evimiz olarak görüyoruz. Aslında hiçbir yere ait değiliz. Belki Nepal’de bir yerdeyizdir.”