Gülencilerle AKP’nin geri kalanı arasında bozuşma küsüşmesinin ilk sinyalleri geldiğinde ilk etapta pek çok kişi, ‘İslamcı siyaset başkadır, kol kırılır yen içinde kalır bu iki grup asla birbirine girmez’ analizlerinden geçilmiyordu. İslamcı siyaset ‘biatçıydı, gelenekselciydi, başkaldırma olmazdı’ falan filan. Analizlerin hiç biri doğru çıkmadı, iş darbe teşebbüsüne kadar gitti. “Asıl İslamcı siyaset bu değil, AKP […]

Gülencilerle AKP’nin geri kalanı arasında bozuşma küsüşmesinin ilk sinyalleri geldiğinde ilk etapta pek çok kişi, ‘İslamcı siyaset başkadır, kol kırılır yen içinde kalır bu iki grup asla birbirine girmez’ analizlerinden geçilmiyordu. İslamcı siyaset ‘biatçıydı, gelenekselciydi, başkaldırma olmazdı’ falan filan. Analizlerin hiç biri doğru çıkmadı, iş darbe teşebbüsüne kadar gitti.

“Asıl İslamcı siyaset bu değil, AKP artık İslamcı değil” söylemi de şimdilerde yaygın. ‘Öyle olsaydı böyle olurdu, aslında öyleydi böyleydi’ demenin pek anlamı yok. Demek ki Türkiye’deki koşullar böyle bir İslamcı siyaset üretiyor. İslamcı siyaset, iktidara geldiğinde şu anda aldığı şekil neyse ona dönüşüyor. Okumalarımızı karşı karşıya olduğumuz durumla ilgili yapmalıyız, aslında olacağını düşündüklerimizle değil.

Kazanırken, para, imkân bolken paylaşmak kolay. Asıl mesele kaybederken, kaynak biterken paylaşabilmek. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2013’ten bu yana çok kızgın. “Ne istediniz de vermedim” diyerek kızgınlığını ifade ediyor Kendini sistemin kurucusu ve devletin sahibi olarak gören Cumhurbaşkanı, etrafındaki çepere adaletli dağıtım yaptığını düşünüyor. Kazanırken genişleyen çeper, kaybederken daralıyor. Bir noktadan sonra kişisel çıkarlar, düşünceler, bakış açısı farklılıkları biat falan dinlemiyor. Neticede Türkiye Kuzey Kore değil ve öngörülebilir gelecekte Türkiye’yi Kuzey Kore’ye sihirli bir değnekle çevirmek hiç de kolay görünmüyor.

Ahmet Davutoğlu’nun 15 sayfalık manifestosundan sonra Haşim Kılıç, “ne hukuk bıraktılar ne ahlak” çıkışını yaptı. AKP milletvekillerinden Mustafa Yeneroğlu, saldırıya uğrayan CHP milletvekili Levent Gök’ü ziyarete gitti, yandaş Güneş gazetesinin manşetine tepki gösterdi. www.enpolitik.com gibi haber sitelerinde AKP içinden çıkan alternatif sesleri okumak mümkün. Söylenenleri eksik, yetersiz bulanlar var. Gelinen noktanın şimdi isyan eden bu kişilerin eseri olduğunu belirtenler var. Ne var ki, şunu kaçırmamak gerekiyor, öyle ya da böyle, bu kişiler hiç seslerini çıkmayıp, kendilerine orada veya burada sunulan bir koltuğa oturup, tatlı tatlı dolgun maaş almaya devam edebilirlerdi. Malum Erdoğanist sisteme başkaldırmayın, uyum sağlayanlara ödül olarak oturulacak bir koltuk ve dolgun bir maaş sunuluyor. Bu isimler şu veya bu nedenle susmamayı tercih ettiler. Her hâlükârda önemlidir.

Binali yıldırım da bıktı mı?

En son Binali Yıldırım’ın “Seçimler geride kaldı. Bundan sonra şehrin güzelliği için İstanbul’un marka değerinin yükselmesi için daha yaşanılır bir şehir haline getirilmesi için yapılacak çalışmaları izleyeceğiz, takip edeceğiz. Konumumuz ne olursa olsun elimizden gelen katkıyı sağlayacağız. Bu seçimin kendi sosyolojisi var, kendi şartları var. Onun içinde değerlendirilmesi lazım. Seçimde adaylar yarışmadı bunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla adaylardan biri kaybetti biri kazandı diye değerlendirmek çok sağlıklı olmaz” çıkışını da artık bir itiraz olarak okumak gerekiyor.

Parti içinde Berat Albayrak’a yakın olanlar, Süleyman Soylu’ya yakın olanlar gibi kliklerin olduğu yazılıyor çiziliyor. Bilmiyorum. Çoğu zaman dedikodulara dayanarak yapılan okumalar insanı çok yanlış yerlere götürebiliyor. Yıldırım’ın çıkışı bir kliğe karşı mıdır değil midir bilemem. Ama Binali Yıldırım, belli ki İstanbul’da seçimin yenilenmesini istemiyor. Üstüne üstlük seçimde de yanlış strateji uygulanıldığını ve bu yüzden kaybedildiğini düşünüyor.

Cumhurbaşkanı muhtemelen itiraz işitmeye alışkın birisi değil. Velakin yazının başında dediğim gibi, kazanırken kimse itiraz etmez. Asıl itirazlar, kaybederken yükselir. Siyasette zaferleri kendilerine mal edenler, yenilgileri de sırtlamak zorundadır. Bu işler böyle.