Bir şiirinde Yesenin, ozanın insan için yanıp tutuştuğunu yazarken, neredeydi kendisini alıp götürecek olan ölüm? Şair yanıtı

Bir şiirinde Yesenin, ozanın insan için yanıp tutuştuğunu yazarken, neredeydi kendisini alıp götürecek olan ölüm?
Şair yanıtı buldu kısa süre sonra. Kendi eliyle kendi bedenine konuk etti ölümü.
1895’de başlayan hayatını, 1925’de İngiltere’de bir otel odasında ipe verdi. Yaşamak bir düğüm olunca şaire, bu düğümü çözmek için, ipe ilmek atarak başka bir düğümle çözdü düğümü! Çözüldü mü, yoksa yeni bir düğüm müydü; düğümleri çoğaltan?
Sondan bir önce “Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan/ Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz” (çev: Azer Yaran) dediğinde, dostu Mayakovski başka bir şiirle karşılık verdi. “En kolay iştir ölmek/ asıl zor olan yaşamak/ yepyeni bir yaşama başlamak....” dedi.
Mayakovski  Sovyet devriminde Nâzım’ın deyişiyle “bila tereddüt”  mücadele saflarına koştu. Devrim için durup dinlenmeden 500 propaganda afişi hazırladı. Coşkulu şiirler yazdı. Yaşamı, yepyeni bir dünyayı ve düzeni yücelten şiirler...
On binlere ekmek gibi şiirler sundu stadyumlarda...
“Asıl güç olan yaşamak” dediği “yeni yaşam” için kendi sınırlarına 1930’da vardı. O da, beş yıl önceki Yesenin gibi kendi eliyle ölümü seçti. 1893’te doğmuştu. 1930’da otuz yedi yaşındaydı. Yesenin’den yedi yıl fazla yaşadı.
Mayakovski, yaşamındaki mücadeleye, şiire, coşkuya ölümü ekledi. “İş değil bu ama başka çıkar yol kalmadı” diyerek ve yoldaşlarından ölüm seçimi için bağışlamalarını dileyerek...
“Abi bir konuşalım bunları” dedi Hakan kaç kere. Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi yönetiminde idi. Bir davada karşıt tarafların avukatıydık. Ancak duruşma öncesinde, davayı, parayı pulu değil, avukatların kültür sanat ve edebiyat yoğunluklu bir gündelik hayatlarının olabilme koşullarını konuşurduk. “Bir konuşalım geniş zamanda” deyip durduk. Duruşma bitince ayrı adliyelere hızla yollanarak...
Hrant’ın, Festus Okey’in, Engin Çeber’in... Yani tüm mazlumların davasında özverili bir hukuk neferiydi.
Köhne adliye koridorlarında kulağımız mübaşirde Derida’dan konuştuğum tek kişiydi Hakan... Enver Gökçe’yi, Nâzım ve Mayakovski’yi konuştuk son duruşma öncesinde...
Köhne adliyelerde zor yaşam koşullarında yaşama dair olanı, insanı, şiiri, mazlumları dert edinirken, elinde ve dilinde doğru sözünün gücünü taşırken, diğer elinde bir ölüm gezdiriyormuş.
Her şeyi bilen ve paylaşan, paylaşmayı bilen Hakan ölümü de bildi. Ancak tek bunu paylaşmadı. Bize yine de düşen bir acı ölüm oldu. Paylaşılması olanaksız. Mazlumlar ve mağdurlar yitirdi avukatını.
Son toplantı; ölüm gecesi olan perşembenin bir önceki perşembesi. “Kapalı ortamda sigara içmeyiniz” deyince, tek onun yüzü dumanlanmıştı; “Yapma be abi!”. Elinde tereddütle kaldı sigara ve kibrit. Herkes çoktan yakmıştı. Her yükü böyle bir dumanlı bakışla üstüne alan insan, hepsini taşıyamazdı elbet.
Hakan kardeşim, yükün yükümüz olsun. En öndeki yoldaşlardan biri asınca kendini, ölümü anlamak biraz daha olanaksız hale geldi şimdi.
Mağdurların ve mazlumların avukatı bir kişi eksildi, ancak çok eksildi.
Haftanın dizesi; “bir bozkırımız olsa bağırdıkça yutacak sesimizi”