Türkiye’nin, AB’ye üyelik sürecinde gösterdiği ilerlemenin havai fişeklerle kutlanmasının üzerinden 14 yıl geçti. Popülist ve pragmatist liderlerin en iyilerinden biri olan Erdoğan bu süreçte Batı’dan gördüğü desteği kucakladı, eleştirileri tersledi. Böylece Avrupa’yı bir yandan fethetti, diğer yandan ona kafa tuttu. Seçmenini Avrupa’nın hem önemli bir ticari ortak, hem de sinsi bir düşman olduğuna inandırdı.

Kritik seçimler öncesinde dış düşman kontenjan açığını kapatan AB’ye ve onun üyeliğine ihtiyacımız kalmıyorken, seçimlerden sonra AB, sırtımızı dönmemizin söz konusu olmadığı çok önemli bir ticari ortağa dönüştü. Bu ikiyüzlü tavrın çift taraflı işlediğini; AB’nin bir yandan Erdoğan’ı demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi kuruluş değerlerine aykırı davranmakla suçlarken, diğer yandan evlerindeki ateşe odun attıkları Ortadoğulu göçmenleri sınırları dışında tuttuğu için Erdoğan’a siyasi destek verdiklerini de not etmek gerekir.

***

Yaklaşık iki hafta önce Erdoğan, Le Figaro gazetesi için yazdığı makalede AB’ye tam üyelik hedefinin devam ettiğini söyledi. Ama ne tesadüf değildir ki yine yeni bir seçimin arifesindeyiz ve hızlı bir tavır değişikliğine şahit oluyoruz. Bu öyle bir seçim ki, burada yaşanabilecek olası bir hezimetin sonuca etki edebileceği düşünüldüğünden, 2019 yılında yapılması gereken genel seçimlerin 2018’in haziran ayına alınmasının nedeni sayılıyor. Mart 2019 yerel seçimleri için iktidarın önüne konan anketlerin pek iç açıcı olmadığı, MHP ile seçim ittifakı yapmak istemeyen Erdoğan’ın bir ay sonra Bahçeli’yle masaya oturmasından anlaşılıyor. İttifak iyi hoş da, başta ekonomi olmak üzere ülkede işler iyi gitmiyor. İstanbul’da, Ankara’da ve Türkiye’nin pek çok il ve ilçesinde belediye başkanlığı koltuğunda kayyumlar oturuyor. Yandaş, candaş derken ortalık ‘yakınımdır’ yazılı kartvizitten geçilmiyor. Arada yaranmanın sınırını aşıp koltuğunu infilak ettiren kamu görevlileri bile var. Peki, geçmişte olduğu gibi bu seçimin düşmanları nerede? Bunun için 5 yıl öncesine gitmemiz gerekiyor.

***

Geçen hafta, tam da Erdoğan’ın yurtdışına kaptırılan bilim insanlarının yurda dönüşü için seferberlik başlattıklarını açıkladığı bir zamanda, ülkenin en saygın akademisyen ve sivil toplum örgütü çalışanlarından oluşan 14 kişi evleri basılarak gözaltına alındı. İfadeye çağırılsalar elbette gideceklerdi ancak bu yöntemin durumu olduğundan daha ‘tehlikeli’ gösterdiği açık. Bir yıldır iddianamesiz hapis yatan Osman Kavala’nın finansörü olmakla suçlandığı Gezi Direnişi’nde, cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmak için halkı örgütlemekle suçlanıyorlar. Tutuklanan STK çalışanı Yiğit Aksakoğlu’nun, ‘içeriği belirlenemeyen bir toplantıya’ katıldığı iddia ediliyor. Oysa 5 yıl sonra canlandırılmaya çalışılan Gezi davası, temmuz ayında 19 sanığın beraatiyle sonuçlanmıştı. Gelin görün ki, 2018 Türkiye’sinde yasaklardan ziyade özgürlüklerin konuşulduğu bir iklimde yaşadığımızı söyleyen Erdoğan, Kavala ve gözaltına alınan akademisyenlerin Türkiye’yi karıştırmakla görevlendirildiğinden emin.


***


AİHM, önceki gün Demirtaş’ın siyasi nedenlerle, haksız yere hapsedildiğine; buna göre tutukluluğuna hemen son verilmesine ve tazminat ödenmesine hükmetti. Türkiye’nin karara uyma yükümlülüğü olmasına rağmen Erdoğan ‘Bizi bağlamaz!’ dedi. Bu, yerel seçim atmosferine girdiğimizin ilanıdır. Erdoğan, ‘milli ve yerli’ AKP-MHP ittifakının karşısına yine tanıdık bir düşman çıkarıyor. Gezi’yi canlandıran operasyonlara destek vererek ve AİHM’in Demirtaş kararına itiraz ederek, seçmenine, Türkiye’yi parçalayıp bölmek isteyen dış güçlerin karşısında yine ve sadece kendisinin durabileceği mesajını veriyor. Bu düşman siyasetinin vadesi dolmuş mu, dolmamış mı göreceğiz.