Son günlerin gündem starı Zahid Akman, RTÜK kısaltması ile bilinen kurumun başkanıdır. Bu kısaltmanın açılımı Radyo ve Televizyon...

Son günlerin gündem starı Zahid Akman, RTÜK kısaltması ile bilinen kurumun başkanıdır. Bu kısaltmanın açılımı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’dur.
Üst olmak, kesin bir hiyerarşi, dahası hegomanik bir durumu ifade eder. Zaten hukukun dili de hiyerarşik, hegomanik, buyurgan bir dildir. Hukuk kuralları olan metinlerin, yani yasaların buyurganlığı, bu yasaların oluşturduğu kurumlara aktarılır. Bu buyurganlık ve üst olma hali, “üst”, “yüksek” gibi sıfatlarla güçlendirilirilir. Yasaların içerdiği hiyerarşi, bizzat tüm yasaların dahil olduğu toplam için de geçerlidir. Yani, en tepede Anayasa’nın bulunduğu bir hiyerarşik ve sanal piramitte yer alır tüm yasalar ve ekürileri.
İşte, RTÜK bir üst olma halidir. Öyle ki, tam da birincilliğe ve öncelliğe dönüşmüş bir üst niteliğindedir. Bu kurumun yasal dayanağının uzun adı; “3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun”dur. Yani kanun, “RTÜK Kanunu” değildir. Ama uygulamada neredeyse RTÜK kanununa dönüşmüştür. Yayıncılık alanını düzenleyen bu genel yasa metninde daha “selamünaleyküm” der demez RTÜK hükümleri başlar.
Ülkemizde radyo ve televizyon yayıncılığında devlet tekeli 1990’ların başında,  önce fiilen kırılmıştır. Sonra bu fiili kırılma, andığımız kanun ile hukuken de kırılmaya dönüştürülmüştür.
Ama hukuken kırılma yaşanırken, fazla kırıcı olmamak için olayın çatısı derhal bir kamu erki içeren “üst” ile sıkıca örtülmek istenmiştir. İşte bu nedenle, toplam kırk maddelik -geçici ve ek maddeler hariç- yasada, biçimsel nitelikli ilk üç hükümden sonra dördüncü madde ile “yayın ilkeleri” belirlenmiş, hemen arkasından beşinci madde ile “üst” örülmüştür; “Radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenlemek amacıyla, özerk ve tarafsız bir kamu tüzelkişiliği niteliğinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu kurulmuştur.” Yasayı yapan akıllı kişiler, yani yasamanlar, öyle herkesin koşa koşa radyo televizyon yayını yapmasını önlemek amacıyla, daha başlangıç hükümlerinde “Üst Kurul” adlı engelleme duvarını örüvermiştir. Daha yalın bir adlandırma seçilmemiştir. Örneğin “Özerk RadyoTelevizyon Kurumu” gibi.
Devlet, yayıncılık alanındaki tekeline kendi eliyle son verirken, alanı kolay kolay terketmemiştir. Öyle ki, kırk maddelik yasanın beşinci maddesinden on sekizinci maddesine kadarlık kısmı, doğrudan üst kurulla ilgilidir. Kalan yirmiiki maddenin de yine ana patronu üst kuruldur.
Yani tüm yetki karar ve iktidar “Üst Kurul” elindedir. Bu denli üstünlük için aslında bir de “yüksek” nitelemesi eklenmeliydi “Yüksek Üst Kurul” daha heybetli. Devlet, özel kişi ve kurumlara özgürlük tanırken, üstüm, üstündeyim demeyi, oluşturduğu kurum ve kurallarla sürdürmektedir. Çünkü iktidar, verirken, bu vermenin içine, geri alma gizilgücünü yerleştirir.
Sayın Akman da bir üstünlük, yükseklik konumundadır. Oraya kolay kolay da gelinmez. Bu nedenle de kolay kolay gidilmez/bırakılmaz elbet.
Bütün bu yasal düzenlemeler içinde, temel birkaç nokta; üst kurul dokuz kişiden oluşur. Bu dokuz kişiyi TBMM seçer. Seçim, Meclis’teki siyasi parti gruplarının sayısı ile orantılı bir sistemle belirlenen adaylar arasından yapılır. Sonuçta Meclis’te çoğunluk olan, payın büyüğünü alır. Seçilen dokuz kişi, kendi aralarından iki yıl görev süresi olan bir kişiyi başkan seçer. Sayın Akman da böyle bir yolla başkan seçilmiştir.
Üst Kurul üyesi ve başkanlarının yasak ve denetimleri konusunda yasa, Deniz Feneri gibi bir vakayı öngörmemiştir. Sadece, kendilerinin ve 3. dereceye kadar akrabalarının yayıncılık alanındaki kuruluşlarla ilgili olarak Üst Kurul’un görev alanına giren konularda bir yüklenime giremezler, ortak veya yönetici olamazlar demiştir. Peki bu kurala, Kurul üyesi veya başkanı uymazsa ne olur? Görevden çekilmiş sayılır. Görevden çekilmiş sayılma ise, yine Üst Kurul tarafında re’sen ya da yapılan başvuru üzerine karara bağlanır... Hepsi bu.
Kanunlar, genellemelerdir. Soyut kurallardır. Her olay için bir kural yerine, olası tüm olaylara göre bir genel kural konur. Bu yapılırken de, devlet elbisesini giyenin “çekilmiş sayılma” vb gibi ar ve namus durumlarını dikkate alacağı öngörülür. Yani sonuçta burada da bazı ön kabuller vardır. Tabii bunu kabul edene...
Eğer RTÜK sorunu çözülmemiş olursa, haftaya derse devam... Değerli yazar Nihal Yeğinobalı’ya yazdığım ilk romanımı götürmüştüm. Yazar ve çevirmen olarak sahip olduğu yetkin dil birikimine ihtiyacım vardı. Sayfaların kıyısına şöyle notlar düşmüştü; “Romanda avukatlığı bırak. Bu iğrenç avukat cümlelerini derhal değiştir.” Serde avukatlık olunca, RTÜK meselesinde de, kültür sanat boyutu yerine hukukçuluğu elden bırakamadık vesselam...