Türkiye Cumhuriyeti’ne ait savaş uçaklarının, Şırnak ilinin Roboski ve Beju köylerinden, çoğunluğu çocuk 34 sivil yurttaşı...

Türkiye Cumhuriyeti’ne ait savaş uçaklarının, Şırnak ilinin Roboski ve Beju köylerinden, çoğunluğu çocuk 34 sivil yurttaşı bombalayarak katletmesinin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Türkiye’nin katliamlar tarihine bir yenisinin daha eklendiği 28 Aralık 2011’den beri olayda sorumluluğu olanlar ortaya çıkarılmadı, cezalandırılmadı. Başbakan, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı; evlatları, kardeşleri, eşleri paramparça edilmiş Roboskililer’i, derin acılarıyla başbaşa bıraktı. Görmeyen, duymayan, konuşmayan üç maymundan birini seçtiler gönüllerine göre. Hafiflemeyen bir acının, bitmeyen bir yasın sebebi oldular.

 

Katliamdan 6 ay sonra, Türkiye Psikiyatri Derneği’nin hazırladığı ikinci rapora göre köylüler, koyu bir umutsuzluğun gölgesinde, yerini bulamayan adaletin derinleştirdiği acılarla yaşama tutunmaya çalışıyor. Okul bahçeleri neşeyle top koşturan değil, kızgın, öfkeli, her an kötü bir şey olacakmış gibi tedirgin, konuşmayan, arkadaşlık kurmaktan kaçınan çocukların yalnızlık adaları gibi. Dersleri kötü gidiyor. Kulaklarında öğretmenin sesinden çok, onlara ölümü hatırlatan askeri araç ve helikopter gürültüsü var. Oyun oynamıyorlar. Çocuklar için evrensel bir mutluluk vesilesi olan çikolataya bile yüz çeviriyorlar. İstifa ettikleri çocukluklarından geriye kalan minik bedenleriyle ne yapacaklarını bilmiyorlar.

 

Baştan ayağa siyah giyen kadınlar durgun ve sessiz. Baktıkları yerde sevdiklerini göremedikçe boşalmış gözlerinin içi. Her hafta bir araya gelip mezarlığa gidiyorlar. Öfkeden taş kesilmiş bedenleri o an yumuşayıp dökülüyor sevdiklerinin mezarına. Toprağa sarılıp, taşı öpüyorlar. Üzerinde kokusu var diye yıkamadıkları kanlı gömlekleri basıyorlar bağırlarına. Köyde düğün yapılmıyor, eğlence yok. Çoğu yaşadığı için suçluluk duyuyor. Konuştuğu zaman içinin hafiflediğini fark ettiği için konuşmaktan vazgeçenler var. İçlerindeki acı eksileceğine büyüsün ki, canları bedenlerinden gitsin istiyorlar. Dün girmeye korktukları mayınlı arazilerden bugün el ele yürüyerek geçiyorlar. İnşallah birine basarız, diyerek... Tek istedikleri faillerin bulunması ve cezalandırılması. Aksi halde, soğumayan yüreklerinde, dinmeyen yaslarında tutsaklar. Erkekler de farklı değil. Parçalanmış bedenlerini elleriyle topladıkları evlatları, kardeşleri her gece kabuslarında. 

***

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Uludere Alt Komisyonu, katliamla ilgili raporda yazma aşamasına gelindiğini duyurdu. Aradan bir yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen, komisyonun AKP’li vekilleri faturayı ‘koordine eksikliği’ne kesti. Bir hata yapıldığı kabul edilmiş olsa da, hata yapanlarla ilgili mutlak bir sessizlik hakim. Heron görüntülerini kimin değerlendirdiği, istihbaratın nasıl paylaşıldığı, hedefi kimin belirlediği ve ‘vur emri’ni kimin verdiği belli değil. Geçmişin faili meçhul cinayetlerini aydınlatma iddiasındaki hükümet, kendi iktidarlığında meydana gelen bir katliamın faillerini ortaya çıkarmak konusunda ise bir hayli iddiasız. Olayla ilgili, sivil otoritenin bypass edildiği yönünde fikir beyan eden komisyonun, katliamın sorumluluğunu hükümetin omuzlarından almak niyetinde olduğu ise açık. Böyle bir bypass hamlesine karşı hükümetin kendi emri altındaki ordunun Genelkurmay Başkanı’nı görevden almamalış olması da ayrı bir vaka, ki bu da hükümeti siyasi sorumluluktan kurtaran bir şey olmazdı. Olayla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir yetkilinin çağırılıp dinlenmemiş olması ise aslında her şeyin özeti. Faili arayan yok, faili örten çok.

 

Raporun yazım aşamasına gelmesi üzerine, siyasi partileri ziyaret eden Roboski’de yakınlarını yitiren aileler, adalet taleplerini yineledi. “Eğer failler bulunmazsa, bizim için birinci fail Başbakan, ikinci fail Genelkurmay Başkanı’dır” diyen Hediye Öncü’ye, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın verdiği cevap ise “Sayın Başbakan hakkında böyle konuşamazsınız” oldu. Oğlu, kimliğini taşıdığı bir ülkenin savaş uçağıyla öldürülmüş; aradan bir yıl geçmesine rağmen sorumluları cezalandırılmamış, acıyla kavrulan yüreği adaletle biraz olsun ferahlatılmamış bir ana, değil konuşmak dilediği kadar bağırma hakkına sahiptir bence.

 

Ülke yönetme iddiasındayken 34 kişiyi öldürüp, öyle hiçbir şey olmamış gibi arkanızı dönüp gidemezsiniz. Emine Erdoğan’ın, Fatma Şahin’in  “Acınızı anlıyorum” temalı güler yüzlü ziyaretlerinin ardına saklayamazsınız sorumluluklarınızı. Sonra gün olur, Emine Hanım’la Roboski’ye gelen o yazma, umutsuzluğun, kırgınlığın, dinmeyen acının sembolu olarak Hediye Öncü’nün elinde, Emine Hanım’a iade edilmek üzere Ankara’ya döner. Düşünüyorum da, kim bilir ne ağırdır o yazma. Kim bilir nasıl kanatacaktır sahibinin elini...