Bu oyunu “gegenpress” bozar

“Hayat, futbola fena halde benzer. Futbol, şahsi beceri gerektirir ama aslında toplu oynanan, yani insanların bir takım halinde oynadığı bir oyundur. Hayat da öyle değil mi? İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin.”

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminde Savaş Dinçel’in canlandırdığı Hacı karakterinin unutulmaz repliklerinden biridir bu. Dünya Kupası’nın sona erdiği bu günlerde, Türkiye’nin lider odaklı siyaset dünyasında kolektif iradeyle buluşmayan bireysel yeteneklerin kaybetmeye mahkûm olduğunu hatırlamamıza yardımcı olabilir. Ekrem İmamoğlu da cumhurbaşkanlığı adaylığı ve aldığı hapis cezası konusunda futbol üzerinden bir benzetme yaparak oyuna girme ihtimali bulunan bir oyuncu olduğunu ve iktidarın kendisini sahaya giderken sakatlamaya çalıştığını söyledi. Bu analoji hem yerinde ve akılcı hem de ülkemizde giderek kişilere indirgenen siyasetin bir takım oyunu olduğunu vurgulaması bakımından değerliydi. Fakat takım oyunu da tek başına her kilidi açan bir anahtar değildir. Eğer bir oyun anlayışı ve günün gerçekliğine uygun bir planla birleştiremezseniz, takım oyunu da bir anlam ifade etmez. Türkiye’de muhalefetin temel problemi de stratejisini henüz devreye sokamamış olması.

Erdoğan ise seçim yaklaşırken kendi oyun planını yavaş yavaş işliyor. Toplumda ekonomik krizin ağır aşamalarının geride kaldığı ve işlerin yoluna girmeye başladığı yönünde bir hissiyat yaratmaya çalışıyor. 8500 liralık asgari ücretin emekçileri sefalete mahkûm edeceği aşikâr ama toplumsal duygu ve düşünce dünyası tam olarak bu noktada mı, oraya bir soru işareti koymak lazım. Çünkü akıl, aidiyetler üzerinden çalışır. Toplumlar doğru olana değil, hegemonyası güçlü olana inanır. Kâğıt üzerinde bakıldığında 2023 asgari ücreti, Türkiye’nin dolar bazındaki en yüksek asgari ücreti (455 dolar). Bu argümana “Hayat pahalılığı aldı başını gitti, asgari ücret ilerleyen aylarda eriyecek” diye itiraz edebilirsiniz. Söylediğiniz doğru olsa da görüntü itibarıyla hükümet, “kendisinden kaynaklanmadığını” iddia ettiği ağır yaşam koşullarına karşı en düşük ücreti 8500 liraya çıkararak “garibanları ekonomik saldırılardan koruduğu” yönündeki siyasi hikâyesini beslemiş oluyor. Kulağa ilginç gelecek ama ekonomik kriz süreci, AKP tabanının önemli bir bölümünü oluşturan yoksul kesimler ile Erdoğan arasındaki duygusal bağı güçlendiriyor. Muhalefetin belki de en çok, absürt görünen bu durum üzerine düşünmesi gerekiyor. Endüstriyel dönüşüm hedefleri önemsiz değil ancak ortaya yoksullaşan halk kesimlerine doğrudan hitap edecek alternatif düzen iddiası koymak başka bir şey.

İMAMOĞLU’NA CEZA, KİME KAZANDIRDI?

Erdoğan, ekonomide yaratmaya çalıştığı fotoğrafı muhalefet üzerinde kuracağı baskıyla tamamlamanın şart olduğunun farkında. Birileri İmamoğlu’na verilen hapis cezasından Erdoğan’ın rahatsız olduğunu söyleyedursun, bu ceza muhalefeti tam da Saray’ın istediği alana sıkıştırdı. Cezanın çıktığı günden itibaren muhalefetin tüm gündemi adaylık tartışmasına hapsoldu ve enerjinin büyük kısmı bu başlık için harcanmaya başlandı. Daha vahim olanı, İmamoğlu’na siyasi yasak yolunu açan cezanın, iktidarın muhalefete yönelik saldırılarının vardığı boyut üzerinden değil de kişiler/kahramanlar üzerinden yorumlanarak ele alınması... Muhalefetin yaşadığı bu sendeleme, şimdi seçmenin gözünü “iyileşen ekonomi” görüntüsüyle boyayan Erdoğan’ın işini hayli kolaylaştırıyor, önündeki engelleri kolay geçilebilir kılıyor.

Malum, bir de Anayasa değişikliği meselesi var. Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsüne güvence” çıkışıyla başlayan gündemin ardından AKP’nin hazırladığı ve içine başka muhafazakâr eklemeler de yaptığı başörtüsü konusundaki Anayasa değişikliği teklifinin, Ocak yanında Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülmesi ve sonra da Genel Kurul’a gelmesi bekleniyor. Herkesi her konuda hedef göstermekten çekinmeyen Erdoğan bu değişiklik için, “Ben parlamentoda, kutsalımız olan aileyi dışlayacak bir parti göremiyorum” dedi. Muhalefet ise hâlâ “Demokrasinin tabutuna son çiviyi çakmak isteyenlerle Anayasa yapılmaz” diyebilmiş değil. Süreç “inceliyoruz”, “bakıyoruz”, “konuşuyoruz” açıklamalarıyla götürülmeye çalışılıyor. CHP, İYİ Parti ve HDP, AKP ile Anayasa değiştirip iktidara meşruiyet kazandıracak bir yanlışa düşecek mi, göreceğiz.

RÜZGÂR TERSE DÖNMEDEN…

Erken seçim tartışmalarının yapıldığı bundan birkaç ay önce, bugün de devam eden ekonomik krizin en yakıcı zamanlarını yaşıyorduk. Rüzgâr henüz rotasını oluşturamamış iktidara karşı sert eserken, muhalefet hareket ve söylem üstünlüğünü kullanıyordu. Ancak sokağa olan mesafe, rejimin çizdiği ideolojik hattın kırılamaması ve muhalefetin demokrasi, özgürlük ve emek blokuyla güçlü bir ilişki tesis etmek yerine tüm yol haritasını eleştiri üzerinden kurması bugünkü ortamı hazırladı. Ne işçi direnişleriyle fiziksel temas kuruldu ne de demokrasi/özgürlük temelli itirazların sesi çoğaltıldı. Bunlar yerine "sandığı bekleyin" demekle yetinildi. Neticede Türkiye’deki çok boyutlu krize yönelik toplumsal tepki, meydanlarda görünür kılınmadı.

Futbolla başladık, futbolla bitirelim. Başka ekoller tarafından da uygulanıyor ama kavramsallaştırmayı yapan Alman teknik direktörler adına “gegenpressing” diyor. Türkçe karşılığı kontra, yani karşı pres. Kaybedildiği andan itibaren topu en kısa sürede rakipten alma anlayışına dayanıyor. Bu taktiğin başarıyla uygulanabilmesi için topun rakipten en geç 5-6 saniye içinde alınması gerekiyor. Yoksa topun kontrolü sağlanamıyor ve hedeflenen oyun kurulamıyor.

Futbolda savunma odaklı bir oyunla kazanılan zaferler görülmüştür ama siyasette gündemin kontrolünü sağlamadan iktidara yürümek imkânsıza yakındır. Muhalefet kimin oyuna gireceğini tartışmadan önce, oyuna girecekler olacaksa bile, sürecin ciddiyetine uygun, ayakları yere basan, bütünlüklü ve gerçekçi bir oyun planı kurgulamalı. Muhalefetin “gegenpressle” topun kontrolünü yeniden kazanmadan ve hücum stratejisi belirlemeden başarıya ulaşması zor görünüyor. Zira oyun, şu an muhalefetin kalesine yakın bir yerde oynanıyor. Yine de önümüz kış ve yeterli şanslar olacak.