Kime yazıyorum ki ben. Bir yazıyı herkes okumamalı aslında. Oysa biz yazıyoruz herkes her şeyi okuyabiliyor. Böyle olmamalı. Örneğin elimde olsa, bu yazıyı vefasızların okumasını istemezdim. Ya da öpüşen bir çifte gıptayla değil de hasetle bakıp ahlak duyguları kabaranların. Ama belki de okuyacaklar. Ve devlet büyüklerimiz de okuyacak. Ya da onlar yorulmayacak da parasını verdikleri birileri okuyacak. Devlet büyüklerimize kötü bir laf söz edilmiş mi diye didik didik edilecek. Belki de bunun için para alan memur, o sırada akşam yemeğine gelecek misafirini düşünürken dalıp gidecek, bir paragrafı boş boş okuyup yine başa dönecek, devlet büyüklerimize laf söz gelmesin diye kendini hırpalarken sinirlenecek ve bana söylenecek (Bu coğrafya insanı söylemez, söylenir çünkü). Kendi kendine günde yüz kere devlet büyükleri, devlet büyükleri diyecek ve tam gazeteyi kapatıp köşeye fırlatırken aklına gelen o eşsiz fikirle şefinin yanına koşacak. “Devlet büyükleri” demenin bile devlet büyüklerine hakaret olacağını kafasında formüle edip sevinecek. Eğer “devlet büyüğü” varsa “devlet küçüğü” de vardır diye düşünüp tam da devlet büyüğü demenin devlete hakaret olduğunu keşfedecek. Çünkü büyüğü olanın küçüğü vardır diyecek. Ve tam da bu nedenle devlet büyüklerimiz dediğimizde diğer devlet büyüklerimizin aslında devlet küçüğü olabileceği olasılığı onu dehşete düşürecek. Asıl suç tam da budur diye kendi kendine tekrar edecek. Muhtemelen bu büyük buluşu şefine sunacak, o da “başımıza yeni icat çıkarma” diyerek bu gözleri ve aklı parıl parıl parlayan memurun hevesini kursağında bırakacak. Devlet büyüğü varsa, devlet küçüğü de vardır diye tekrar ederek ve kendisini haklı çıkarmaya, kendisini kendisine inandırmaya çalışarak evinin yolunu tutacak ve Nazım’ın şiirinde söylediği bir ruh haline bürünecek: İşler atom reaktörleri işler/ Yapma aylar geçer güneş doğarken/ Ve güneş doğarken tombul bir adam/ Yatağından çıkar dalgın giyinir/ ‘Bugün kimi kime gammazlamalı/ Amirin gözüne nasıl girmeli’/ İşler atom reaktörleri işler/ Yapma aylar geçer güneş doğarken/ Ve güneş doğarken zenci şoförü/ Ağaca asarlar yol kıyısında/ Gazyağına bulayarak yakarlar/ Sonra kimi kahve içmeye gider/ Kimi saç tıraşı olur berberde/ Kimi dükkânını açar erkenden/ Kimi genç kızını öper alnından.

Behçet Aysan’ın dediği gibi: Var mı/ Kederin atlasında/ Tarçın kokulu bir şehir/ İnmemiş olsun damlarına/ Gözyaşından yıldızböcekleri/ Ve tarçın kokulu/ Bir aşk hiç ölmeyen

Tam da böyle yapacak.

Kime yazıyorum ki ben. Devlet büyüklerimizin yerine okuyanlar var bu satırları. Keşke makam mevki farkı gözetmeden bir tane bile aşk mektubu almamış kişilerden seçmeseler memurları. O zaman belki bir cümleyi çekip de içinden “ne de güzel yazmış kerata aferin” derdi devlet büyüklerimiz. O zaman her yazılana, her yapılana ceza değil de, her aşk sözcüğüne, her tutku cümlesine “devlet büyüklerimizin içlerini cız ettirmekten” ödüller verilirdi.

Ah olmadı bu. Olamadı. Çünkü devletin büyüğü ve küçüğü değil aslında uzağı makbuldür insana. Çünkü insan bulunduğu makamla değil içtiği süt, yediği ekmek, duyduğu vefayla insandır. Öyle olmalıydı, olmadı. Öyle olsaydı, zaten bir keder atlası olmazdı bu ülke, Behçet Aysan’ın dediği gibi: Var mı/ Kederin atlasında/ Tarçın kokulu bir şehir/ İnmemiş olsun damlarına/ Gözyaşından yıldızböcekleri/ Ve tarçın kokulu/ Bir aşk hiç ölmeyen.

İçtiği insan kanı, yediği insan eti olanlar bırakmadı bu şehirleri. Ah, Behçet Aysan’ı yakıp Sivas’ta ‘açığa almışlardı’ koskoca bir hayatı da biz kızına tutunmuştuk düşerken. Hiç aşk mektubu almamış, tutkuyla bakmamış, sevgiye ödül vermemişler şimdi de her kelimesi aşka dair olan bu güzel insanın kızı Eren Aysan’ı ‘aldılar açığa’. Eren yazmıştı ‘Gece Uyurken’ adlı kitabında: “Bu halk, yıllar yılı bilirim, döne döne yıllar yılı, aynı kitabı okur, adı Acılar Bilgisi”. Kitaptan bir sayfa daha açtılar bize.

‘Devlet büyükleri’, ‘devlet büyükleri’ diye sayıklayan o memur, ben bunları yazarken, evine varmamıştı daha.

Ve muhtemelen devlet tiyatrolarında bir adam bir sabah yatağından çıkıp daha giyinirken düşünmeye başlamıştı. “Bugün kimi kime gammazlasam...”