Bu yıl da Kırkpınar’ın yolunu tuttum. Artık akıllandığımdan kimseye söylemedim. Çünkü, müstehzi bakışlar karşısında “Kültürel olay...

Bu yıl da Kırkpınar’ın yolunu tuttum. Artık akıllandığımdan kimseye söylemedim. Çünkü, müstehzi bakışlar karşısında “Kültürel olay... insan bedeninin en plastik sanat gereci olması” gibi açıklamalar yapmaktan usandım. Yağlı güreşin maço/erkek görünümüne aldanmamak gerek. Yine de söyleyeyim; bu bir toplumsal kültür örneğidir. Folklorik bir etno-zenginlik değil.
Kültür bir bakıma, dünyanın sürekliliği demektir. Gelişen, değişen dünyada, tanımlar neyi tanımlamış olursa olsun, tüm oluşumların temelinde süreklilik yatar.
Yaşamın tüm alanlarında, kültürel süreklilik olgusuna, dahası gerekliliğine, hatta zorunluluğu söz konusudur. Doğadaki, bir çiçekten, tarihteki imparatorluklara değin, süreklilik her alanda geçerli genel bir kuraldır.
Ülkemizin kültürel toplamı için de, bu genel değerlendirme geçerlidir. Öylesine geçerlidir ki, ülkenin her yerinde “geleneksel” bir dinamiğe oturtulmak istenen ve “Birinci, ikinci…” gibi sıralama sayılarına sahip sayısız etkinlik düzenlenmektedir. Bu sayılarla, süreklilik, devamlılık yakalanmak istenir. Kültürel etkinlik başlığı altına sadece edebiyat, sanat vb. etkinlikler girmez elbet. Sayılar verilerek yerleşik, kalıcı ve sürekli kılınmaya çalışılan pek çok etkinlik ne yazık ki ikinci, üçüncü yaşını görüp, sonrasında yok olup gitmekte.
Böylesine, taşıma suyla değirmen döndürülmeye çalışılarak gerçekleştirmek istenen kültür “işlerinin” yanında, zamana meydan okuyor Kırkpınar. Tam anlamıyla gelenekselleşmiş, bu köklü etkinlik her bakımdan çok “yakınımızda” olmasına karşın, hayatımızın ve gündemimizin çok uzağına düşmekte.
Bu yıl 649.su düzenlenen güreşlerin yazılı ve görsel medyada ne kadar yer aldığını, dolayısıyla toplum gündemindeki yerini düşündüğümüzde, önemiyle ve tarihsel boyutuyla ters orantılı bir tablo ortaya çıkmakta. Bu konudaki kaynaklar son derece sınırlı ve yetersiz.
Dünyada pek az örneği görülen, altı yüz yılı aşmış böylesi bir etkinlik, tamamen kendi koşulları ile yaşamış, kültürel sürekliliğini sürdürmüş, ayakta kalmıştır. Burada hemen, bu önemli kültür olayının “derhal paraya dönüştürülmesi”, “ülke tanıtımında kullanılması” gibi önermeleri düşünmemekteyiz. Zira, dış tanıtımdan önce, bu olayı ülke içinde tüm yönleriyle kendimizin yeterince tanıması, bilmesi, bilgiye dayanan bir sevginin ve kabul edişin oluşturulmasıdır. Dönüştürücü geleneğe ve kültüre sahip çıkma adına yapılması gereken budur. Sağlam bir gelenek ve sağlam bir kültürel yapının oluşmasından sonra, oluşan bu kültürel yapı/kütle, “çekim gücünü” zaten kendisi büyük oranda yaratacaktır. Çünkü, sahici olan, gerçek olan kalıcıdır. Ve gerçek olan, görünür.
Tek kutuplu dünyaya bir gidiş sürecindeki dünyada, bu tek kutupluluk farklı kültürleri yıkıma uğratmaktadır. Evrensel kültürün yapı taşları olan yerel kültür unsurlarının yok oluşunun önüne geçmek gerek. Bunun için AB bile çok kültürlülüğün korunmasını bir anlaşma ile gündeme getirmiştir. Ya da başka bir bakış açısı; “Sanat harcamaları kentin havasını değiştirmenin en kolay yollarından biri olarak görülmekte ve kente bir zenginlik, bir canlılık görüntüsü kazandırmaktadır” (Yeni Zamanlar, G. Mulgan, çev. A. Yılmaz, Ayrıntı).
Tek kutuplulukla paralel bir başka yön; “tek spor, futbol” yanılsaması ve bu yanılsama nedeniyle de diğer alanların gözden, akıldan uzak tutulması, silinmesi tehlikesine karşı da bir panzehirdir bizim yağlı güreş. Öyle ki, her yıl gerçekleştirilen bin ile bin beşyüz arasındaki güreş etkinliği, gözardı edilmeyecek bir tür kollektif kültürel gerçekliktir.
Haftanın dizesi; “Yangın kavmindeyiz/Ne giysek alev” (H. Aktunç, Sönmemiş Dizeler/YKY)