Küreselleşmenin tarihini yazanlar, 1600’lü yıllarda Hollanda kaynaklı ilk denizaşırı şirketlere dikkat çekerler. Denizaşırı şirketler,

Küreselleşmenin tarihini yazanlar, 1600’lü yıllarda Hollanda kaynaklı ilk denizaşırı şirketlere dikkat çekerler. Denizaşırı şirketler, günümüzün çokuluslu, ulusaşırı tekellerine dönüşmüştür.
Bu evrimin bir yüzünde acı, sefalet ve binlerce köle emeği yatar. Ve Batı toplumunun ikiyüzlülüğü.
Güney Afrika’da “Apartheid”, yani ırk ayrımcılığı, yani bir çeşit kölelik 1994’de sona ermiştir. Batı kaynaklı pek çok araştırmada kölelikten antik bir kalıt gibi söz edilir. Oysa küresel kapitalizm bu emeğin üzerinde yükselmiştir. Kölecilik, kimi zaman Batı/Hristiyan/orta sınıf ahlakının eleştirisine tutulur. Böylelikle, içinde barındırdığı insanlık kirinin görünmezliği sağlanmak istenir.
Alan Paton’un 1948 yılında yayımlanan “Ağla Sevgili Yurdum” adlı romanı zamanının ruhunu yakalamış, dürüst bir yazarın, liberal burjuva demokrat bakışını taşıyan bir “Siyah Afrika destanı”. Sistemin kirini örten değil, ortaya çıkaran bir yazar. Hâlâ yeni ve güncel. Hala Afrika’yı, kömür madenlerini, beyaz adamın ırkçılığnı alamak için romandan öte “ansiklopedik” bir kaynak.
“Gerçek şudur ki, Bizim Hıristiyan uygarlığımız baştanbaşa çelişkilerle doludur. İnsanın kardeşliğine inanır, fakat bunu Güney Afrikada uygulamak istemeyiz...” ( Ağla Sevgili Memleket, Çev. Mehmet Harmancı)
Zonguldak’ta yaşanan kaza katliamının da evrensel ve sınıfsal niteliğine ilişkin pek çok iz var romanda.
“Kara insanın emeğine ne kadar muhtaç olduklarını, beyazlar korku ile farkediyorlar şimdi...” İnsalıkdışı yaşam koşullarına direniyor siyahlar. Ülkemizde de aynı kara kömür, hala aynı insanlık dışı koşullarda yeryüzüne çıkarılıyor.
Afrika’nın halen en zengin ülkesi, altın kömür ve elmas madenleriyle zengin oldu. Ülke zengin oldu, siyah işçiler öldü. Özet budur.
Romanın anlatımıyla; halkın beşte dördüne, toprağın onda biri verilerek, şehirlere, yani madenlere işgücü akıtıldı. Bunun için kabile yaşamı ilişkisi çözüldü ve ülkede acı bir sömürü ile beyazların iktidarı kuruldu. Ve beyazların zenginliğini koruyacak ırkçı faşizm olan apartheid. Siyahlar, adaletin dağıtıldığı mahkemelerde bir ayrı kapıları kullanmak zorundaydı!
Yerlilere toprak verilirse, beyaz adamın toprağında, madeninde çalışacak yerli bulunamazdı. Siyah acının düğümü buydu.
Sonra, işgücüne eskisi kadar ihtiyaç kalmayınca, “Yerlerinden ettikleri reisleri yeniden kabilelerin başına diktiler” ama, çözülmeyi bu manevra durduramayacaktı.
Sonrasında uzun, zorlu, soylu ve saygın bir mücadele süreci. Siyahlar sonunda Mandela ve ANC ile “kazandılar” ama hala eksik bir kazançtır bu durum. Çünkü, korku ülkeden silinemedi.
Sadece madenlerde sömürülen, akşam olunca kent merkezinden sürülen siyahları değil, artarak günümüze gelen “korku” yu da anlatıyor Paton. Sınıfsal korku, sistematik bir korkuya dönüşüyor zamanla. Ve acıya.
Acı, korkuyu da büyütüyordu. Şimdi o korku bir sektör yaratmış durumda. Beşyüzbini aşkın istihdamın sağlandığı güvenlik sektörü. Kapitalizm çok rasyonel!
“Johannesbourg çok tehlikeli bir yer...” cümlesine ekliyoruz; evet, hâlâ öyle. Hatta fazlasıyla tehlikeli. Her evin duvarında, o evi koruyan güvenlik şirketinin kocaman tabelası asılı.
“ Günbegün yaşayacağız. Kapımıza daha büyük kilit asacağız... Çantalarımızı daha sıkı tutacağız... Güvenlik ve tedbir içinde hapsedeceğiz kendimizi” derken yazar, bugünleri görüyor altmış yıl öncesinden
Güney Afrika ezber bozan bir ülke, vesselam.
Haftanın dizesi; “kömürün karasını yıka/ altından ömür çıksın/ ayıpların kayıp yapıldığı/ eski bir oyun bu/ ömürlerin kömürle kaybedildiği”...”