Dünyanın sayılı dahilerinden Darwin’in beyni uyuşmuş. Öyle bir uyuşukluk ki, ne şiir, ne müzik, hiçbirisi etki etmemiş... Bu saptamalar...

Dünyanın sayılı dahilerinden Darwin’in beyni uyuşmuş. Öyle bir uyuşukluk ki, ne şiir, ne müzik, hiçbirisi etki etmemiş... Bu saptamalar, “Evrimin babasını” karalama gayreti içindeki işgüzarın işi değil. Bizzat Darwin’in kendi görüşleri…
Bu yıl tüm dünyada Darwin’in 200. doğum yılı kutlanıyor. Biz de bu “tüm dünya” nitelemesine biraz dahiliz.Yazılı basında arada bir “evrimin babası” için yazılara rastlanıyor. Arada bir diyoruz, olması gereken ilginin altında bir ilgi düzeyi söz konusu. Bu düzey düşüklüğünün pek çok nedeni olabilir. Örneğin bir nedeni mahalle baskısı kaynaklı bir otosansürün sonucu. Buna toplumun giderek muhafazakâr bir katılığa dönüşmesini de ekleyebiliriz. Hepsinin üstüne de, meşum AKP iktidarı etkeni. Evrim gibi konularda sakınımı zorunlu kılıyor AKP demokrasisi.
Anaakım medyada gözle görünür bir sakınım. Üç beş yabancı kanalı şöyle bir dolaştığımızda, mutlaka bir Darwin konusu karşımıza çıkıyor. Elbette herkesin “Darwin Bayramı” diye sokaklara çıkması gerekmiyor. Bizim buralarda da mutlaka aklı başında birileri yıl boyu yeterince yazıp tartışacaktır. Derdimiz doğrusu bu değil. Darwin’in bilimsel yeterliliğini, dünyaya, bilime, akla katkısını tartışma konusu yapacak değiliz.
Darwin gibi bir dahinin, kendi bilimsel alanı dışındaki görüş ve saptamaları da son derece önemlidir. Girişte değindiğimiz, şiir konusunda kendisine ilişkin yapmış olduğu bir değerlendirme günümüzde hâlâ önemini koruyor. Bu değerlendirmesinde; kültür, sanat, edebiyat, şiir gibi günümüzün izlenilirlik oranı düşük uğraşı alanları ve yaratımları konusunda olağanüstü ilginç bir örneği bize sunuyor. Darwin, otuzlu yaşlara değin şiir okumaktan hoşlandığını, Shakespeare’den çok zevk aldığını yazıyor yaşamöyküsünde. Ancak, ömrünün sonlarına doğru Shakespeare okumak bile onun midesini bulandırmaya başlamış, okuyamamıştır. Üstelik müzikten ve resimden de tat almaz olmuştur. Hüsen Portakal’ın çevirisi ile ve 1996 basım tarihli “Darwin’in Hayatı” adlı kitaptan öğrendiğimize göre, Darwin bu tat almama durumunu birden değil, sonradan, yıllar geçtikten sonra fark etmiş.
Darwin gibi bir dahinin beyni, yıllarca bilimsel düşünceleri yoğuran, kuram kuran bir makine gibi çalışmıştır. Bilimsel uğraşılar içinde, aradan çok uzun zaman geçmiş, şiire, müziğe yaşamında yer verememiştir.  “Benim kafam sanki geniş olgular koleksiyonunun yasalarını öğüten bir çeşit makineye dönüştü; peki ama bunun benim yüksek zevk almamın bağlı olduğu beynimin bir kısmını neden uyuşturduğunu anlayamıyorum.”  Evet, beyninin uyuşması bizzat Darwin’in kendi itirafı. Bu uyuşmanın nedenini şiirden, müzikten uzak bir bilimsel beyin faaliyeti içinde olmasıyla açıklıyor. Tekrar dünyaya gelse, haftada en az bir kez şiir okuyup, müzik dinlemeyi kural edinmeyi düşünüyor. Beynindeki bu giderilmesi olanaksız eksiklik için hayıflanıyor. Ama artık çok geçtir! Beynin uyuşmuş bölümleri bunca yılın geçmesiyle bu zevkleri yitirmiş, dolayısıyla mutluluğu yitirmiştir.
Darwin örneğinden yola çıkıp hemen ey insanlar şiir okuyun diye ortaya fırlamak niyetinde değilim. Günümüzde, gündelik hayatın dışında kalan şiir, daha doğrusu şiirsizlik, bir dahinin bile beynini uyuşturabildiğine göre, varın biz sıradanları ne hale getirecektir.
İlk gençliğimizde muhalefetle birlikte anılan şiir, gündelik hayatımızdan hızla uzaklaşıyor, çekip alınıyor. Şiirsizliğin onlarca nedeni, onlarca açıklaması olabilir elbet. Sonuç, şiirsizlik. Bu sonuç üzerinden fikir yürütüyorum. Şiir nasıl muhalif söylemin temel bir aracıydı. Şiirin yokluğu ile muhalif tavır atasında bir orantı kurabiliriz. Burada, muhalifliğin de, muhalif yaşam biçimin de, diğer pek çok unsurun yanı sıra, şiirle birlikte gündelik hayattan uzaklaştırıldığını söylemek yanlış değil. Postmodernitenin soğurucu özelliği, muhalefeti de soğuruyor. Çok biçimlilik, çokkültürlülük, olumlu anlam katmanlarının dışından bakıldığında, olumsuz bir anlam da içerebiliyor. Olumsuz anlam; bir parçalanmayı ifade ediyor. Bireyi ve bireyin muhalefetinin parçalanmasını anlatıyor. Bu sonuç, yazının da parçalanması demek. Çünkü iktidar aracı olan yazı ve iktidarın biçimlendirdiği yazı, bu niteliğiyle muhalefetin de elinde bir araç. Merkezde olan iktidarın yazısı ile, çevrede olan muhalefet ve muhalefetin yazısı çatışan bir merkez çevre ilişkisi içinde. Merkez için olumlu olan, çevre açısından zayıflık/olumsuzluk. Şiirle kendini gösteren yazı da, yazıyla kendini gösteren şiir de hayatımızdan çekilip alındığında, bu bir iktidar mücadelesi yöntemi olarak karşımıza çıkıyor. Ve beyinlerimizin bir bölümü uyuşuyor. Ancak bizler şanslıyız. Önümüzde bir dahinin deneyimi var ve bu deneyimden dersler çıkartabiliriz.
Beynimizin uyuşmaması için bize şiir gerek, müzik gerek. Yoksa, Darwin gibi, iş içten geçtikten sonra yapacak bir şey kalmayacak.