Değişmesi gereken ne?

2023 seçimlerinde iktidarın değişmemesi nedeniyle değişim tartışmalarının alevlendiği CHP’de kongre süreci devam ediyor. 5 Ağustos’ta başlayan ilçe kongreleri 10 Eylül’de bitecek ve ardından 15 Ekim’e kadar il kongreleri gerçekleşecek. İlk kongrelerinin tamamlanmasının ardından Parti Meclisi’nin belirleyeceği tarihte olağan kurultay yapılacak. İl ve ilçe kongrelerinde oluşacak delege yapısı, kurultayda partinin yönetimini belirleyecek.

CHP’de her ne kadar bir değişim gündemi olsa da gerçekten bir şeylerin değişmesi pek olası görünmüyor. Bunun iki nedeni var. Birinci neden CHP’den çok bu topraklarla ilgili. Türkiye’deki mevcut Siyasi Partiler Yasası ve buna bağlı şekillenen genel siyaset kültürü, değişimi engellemek, statükoyu korumak üzerine kurulu. Memlekette parti liderleri kendileri istemediği sürece koltuklarını bırakmıyor. Parti içi demokrasi kanalları da tıkalı olduğundan aşağıdan durumu değiştirecek bir irade gelişmiyor.

İkinci neden ise CHP’deki değişim tartışmasının ideolojik/politik bir görüş ayrılığını içermemesi. Tartışma “liderlik karizmasına” hapsolunca, parti kamuoyunu politik bir özne olarak işin içine dahil eden dinamik bir süreç örgütlenmiyor. Bu da yeni bir şeylerin doğması ihtimalini baştan kısıtlı hale getiriyor. Aslında Türkiye’de iktidarın değişmemesinin sebebi ile CHP’de değişimin gerçekleşmiyor oluşunun sebebi bir yanıyla aynı. Değişimi daha derinlikli şekilde konuşmak isteyenler de var ama onların sesi güçlü çıkmıyor.

Bu arada Ekrem İmamoğlu’nun geçen hafta yaptığı açıklama, CHP’de bir değişim olacaksa bile bunun yakın zamanda hayata geçmeyeceğini kesinleştiren bir niteliğe sahip. Adı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yerine CHP Genel Başkanlığı için geçen İmamoğlu, gelecek yıl yapılacak yerel seçimlerde İstanbul’dan yana irade koydu. Gelen son haberler ilçe kongrelerinde Genel Merkez’in istediği sonuçların çıktığı yönünde. Yani özetle CHP’de “yenilenme” rüzgârını büyütecek gelişmeler yaşanmıyor.

Önümüz yerel seçim. Türkiye bir kez daha seçim gündeminin baş döndürücü temposuyla sınanacak. Ülkenin tüm ekonomik ve sosyal sorunlarına rağmen iktidarın en büyük gücü, muhalefetin kısır ve gerektiği gibi yapılmayan iç tartışmalara boğulmuş hali. Seçimlerin üzerinden 4 ay geçmesine rağmen, haber bültenlerine meze olan gündelik değerlendirmeleri saymazsak, anaakım muhalefette seçimlerin neden kaybedildiğine ilişkin esaslı bir muhasebe yok. Haliyle umudu canlandıracak bir yol haritası da yok.

CHP’nin kontenjan verip parlamentoda koltuk sahibi yaptığı sağ partiler başarısızlığı bütünüyle CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na yıkmaya çalışırken CHP yönetimi ise adaletsiz seçim sürecine işaret edip “25 milyon oy aldık” diyerek yenilginin “iyi” taraflarını göstermekle meşgul. Kimse hataları ve yapılan yanlışları tek tek tespit edip gerçek bir özeleştiriye girişmiyor. Bunun siyasi bir maliyeti var sebep bununla sınırlı değil. Seçime hangi yaklaşımla girildiyse seçim sonrası da aynı yaklaşımla hareket ediliyor. Haliyle yapılan özeleştiriler “inandırıcı olamadık” seviyesiyle sınırlı kalıyor. Peki “inandırıcı olmak” ne demek? Hani konuda inandırıcı olmak?

Muhalefetin sözcülerinin açıklamalarına dikkatli bakıldığında “inandırıcılık” ile neden bahsedildiğini anlamak mümkün. Gerçekten milliyetçi ve muhafazakâr gibi görünememekten dert yanıyorlar. Eğer seçmen muhalefetin özbeöz sağcı olduğuna inansaydı Erdoğan seçimi kazanamayacaktı. Hesap bu. Türkiye’de AKP gibi devletleşmiş bir partiyi seçimde alt etmek isteyenlerin siyasi vizyonu maalesef bununla sınırlı. Kendini sevdir, şirin gözük, oy al, seçimi kazan. Ardı arkası gelmeyen “açılım” siyasetinin altında bu anlayış yatıyor.

Elbette siyasette seçim kazanmanın tek bir yolu yok; muhalefetin öngördüğü şekilde de seçim kazanılabilir. Eğer son seçim Erdoğan’ın yenilgisiyle sonuçlansaydı belki de bunları hiç konuşmayacaktık. Ancak buradaki sorun, oyunun, AKP’nin kazanma ihtimalini en fazla artıracak şekilde kurulması.

Muhalefetin temel hatası, ülkede onca ağır ve yapısal problemler varken hâlâ AKP iktidarının geliştirdiği hegemonya zemini üzerinde başarı kovalamak... Seçim öncesi ekonomiye dair yapılan eleştirilerin, seçim sonrası dümenin Mehmet Şimşek’e verilmesiyle yerini temkinli bir tavra bırakması bu yüzden. Çünkü Şimşek “rasyonel” bir ekonominin temsilcisi, göreve geldiği günden bu yana yaptıkları da muhalefetin önerdiklerinden çok farklı değil. Seçimi muhalefet kazansa da benzer bir isim başa gelecek ve üç aşağı beş yukarı aynı uygulamalar devreye alınacaktı. İşte Erdoğan’ın “halkçı” gibi görünmesini sağlayan muhalefetin bu sınırlı ufku.

Kendi dilini yaratamayan, ezber bozmaya cesaret edemeyen, kimliklere sıkışan, sınıfsal eşitsizliği mücadelenin merkezine almayan, iktidarı salt “becerememe” retoriği üzerinden eleştiren, heyecan uyandıran bir hikâyesi ve yeni bir düzen tahayyülü olmayan muhalefette, isimlerden çok bu anlayış değişmeli.