Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) isminden de anlaşılacağı gibi çok “özel” ve “güzel” amaçları olan bir siyasi yapı olarak 14 Ağustos 2001’de kuruldu. İsim babası olan rahmetli Erol Olçok, partinin kısa adının “AK Parti” olarak yazılması gerektiğini ama (o zaman ki) yaygın medyanın (Doğan ve Bilgin Grupları) kasıtlı olarak “AKP” kısaltmasını kullandıklarını, onunla 2002’de yaptığım röportaj sırasında bana söylemişti.

Benzeri biçimde Recep Tayyip Erdoğan’dan da kısaca “RTE” diye bahsediliyordu. Hatta tam adını hiç kullanmadan doğrudan RTE diyerek köşe yazılarını bitiriyorlardı.

Ancak yaygın medyada RTE kısaltmasını ilk kullanan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi olmuştu. 1994 yılındaki yerel seçimler öncesinde Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Erdoğan, seçim çalışmalarında 34 RTE 300 plakalı siyah büyük bir Mercedes otomobile biniyordu. Plaka o tarihte Hürriyet köşe yazarı olan Yalçın Pekşen’in dikkatini çekmiş ve konuyla ilgilenmeye başlamıştı. Sonunda 34 RTE 300 plakasının eski bir Volkswagen marka minibüse ait olduğunu saptamıştı. Minibüsün sahibiyle konuşmuş aracın fotoğrafını çekmiş gazetenin birinci sayfasından okurlarına sunmuştu. İki adet 34 RTE 300 plakası vardı bir gerçek, diğeri sahte idi.  

Zannedildiği gibi RTE kısaltması Cüneyt Arcayürek ile başlayıp yavaş yavaş diğer köşelere sıçramış bir “olgu” değildi.

Yazının girişinde işaret ettiğim gibi AK Parti, adı itibarıyla ülkenin kesintisiz olarak yokluğunu çektiği “Adalet” ile her sağ partini programında yer alıp sadece patronlara kazandıran “kalkınma” kelimelerinin birlikteliği kulağa hoş geliyordu.

Seçmenlerin de kulağına hoş geldiği için 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti tek başına iktidara geldi ki, artık onu tutabilene aşk olsun!..

Peş peşe yapılan bütün seçimleri (2002-2007-2011-7 Haziran ve 1 Kasım 2015-2019) kazandıktan başka yirmi yıllık iktidar yıpranmışlığına ve de deprem felaketine karşın 2023 seçimlerini de kazanma başarısın gösterince seçmen saflarından bakarak AK Parti’nin “olumlu yanlarının” da teslim edilmesi gerektiği kabul ediliyor.

Bu fena bir bakış açısı değil doğrusu..!

AK Parti’nin hizmet “götürme” anlayışının çok hızlı olduğu bilinen bir gerçek. İhaleler açıp, iş adamlarını bürokrasinin dehlizlerinde dolandırmak yerine “gel kardeşim al şu işi, en kısa sürede yap gel paranı da al” demeyi tercih ediyor.

Hızlı hizmet “götürme” tarzının 1980’lerdeki örneği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan idi. Bu işi nasıl yaptığını ise şöyle açıklıyordu:

-Önce ateş ediyorum, sonra nişan alıyorum!

Müthiş bir çalışma şekli değil mi?

Sadece “küçük” bir sorun vardı:

-Ya yanlış hedefi vurduysan!?!

AK Parti ise bu yöntemi geliştirdi. Önce inşaata başlıyor, sonra hedefi seçiyor buralardaki yanlışları tespit edenler olursa “hizmet ateşiyle” ortalık kasıp kavuruyordu.

AK Parti’nin her yaptığında yanlış şeyler bulanların haklı çıkmaları dışında hiç bir eksiklikleri yoktu! Ama bir şeyi göremediler.

Bir zamanlar Büyük Britanya İmparatorluğu için “üzerinde güneş batmayan” ülke denilirdi. Bizim ülkemiz de farklı açıdan benzer mertebeye yükseldi. Ne yapılırsa yapılsın korkulan olmuyor. AK Parti dönemi tarihe büyük hizmet “götürme” anlayışıyla geçecek:

-Dibe batmayan ülke!