Nehri kadim Dicle’nin öte yakasına gerçek manada hapsolmuş ve şehir halkından sadece kurumsal manada değil, entelektüel manada da soyutlanmış bir üniversite var karşı yakada…

Kökü Latince olan ‘universitat’ kelimesi ‘bağımsız tüzel kişiliğe sahip ve ortak çıkarları olan kişiler topluluğu’ anlamına geliyormuş.” Diyerek başlamışım birbuçuk yıl kadar evvelki “Üniversite, ne yapar?” başlıklı yazıma.

Üniversiteler, yaşanan her bir şeyi Ankara, İstanbul gibi büyük metropollerle sınırlayan, bunların dışındaki yerleşim birimlerindekilere “taşra” gözüyle bakan anlayışlara; tam anlamıyla alternatif bir karşı duruş olması gerekirken, üzülerek tam tersi noktada ve sistemin adeta “hınk deyicisi” pozisyonundalar demek bugünün Türkiye’si için hiç kimseye şaşırtıcı gelmemeli…

İşte, tam da bu noktada üniversiteler yeniden, bir kez daha rektör seçimleri ile gündemde. Doğrusu, derdi olan bir aydın olarak elbette diğer iller de beni ilgilendiriyor. Ama yaşadığım şehir Diyarbakır manasında neredeyse 40 senelik bir mazisi olan Dicle Üniversitesi beni daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle bu yazımda biraz Dicle Üniversitesini didiklemek ve rektör seçimlerine dair birkaç kelam da ben etmek istiyorum.

Sözlü tarih çalışmalarımdan biliyorum: Niyet edilme evresi, 1940’lı yılların sonuna kadar giden, ama çeşitli nedenlerle engellemelere maruz kalan ve ancak 1960’lı yılların sonunda kuruluşu gerçekleşen bir bölgesel üniversitedir Diyarbakır’ın Dicle Üniversitesi. Türkiye’nin en geniş yerleşke alanlarından birine sahip olan Dicle Üniversitesi, kadim nehir Dicle’nin hemen yamacında, manzaralı bir meyilin üstünde şehre karşı panoramik bir mevkide konumlanmış. Eski Ongözlü Köprü ile yeni Silvan Köprüsünün arasında kalan bölgenin tümü, yerleşke alanının içinde. Üniversiteyi şehre bağlayan iki köprünün tam da orta yerine denk gelen 20 yıl kadar önce sadece üniversite-şehir bağlantısı için düşünülerek yapılmış üçüncü bir köprüsü de ayrıca var Dicle Üniversitesinin.

Tıp’tan tutun Hukuk’a, Mühendisliklerden tutun, Fen-Edebiyat’a, Veterinerlik, Ziraat ve bilcümle diğer fakülteler yıllardır tedrisatta. Öğrencileri, akademisyenleri ve idari personeli ile birlikte 20 bin dolayında bir nüfusla kentin sicilinde yer etmiş bir bölge üniversitesi. En çok da “Tıp Fakültesi Araştırma ve İnceleme Hastanesi” ile adını bölgeye duyurmuş. Sağlıkta özelleştirmenin bu denli ayyuka çıkmadığı birkaç yıl evveline kadar bütün bölgenin sağlığa dair türlü dertlerine “çare bulunsun” diye bölge insanının kapılarını sürekli aşındırdığı bir kurum Dicle Üniversitesi (Tıp Fakültesi). Ve nedense, sadece hep Tıp Fakültesi ile anılan bir üniversite. Hâlâ üniversiteye giden minibüsler “Fakülte, Fakülte…” diye yolcu talep eder…

Verimli Hilal’in, Yukarı Mezopotamya’nın bu kadim şehrinde bilimsel bilgi üretmek ve paylaştırmak adına mevzilenen üniversitesinde “işler ne âlemde” diye sorarsanız, hazır rektör seçimi gündemdeyken “pek de arzulanan düzeyde değil” dersem, kentin nabzını bilen biri olarak yanıltıcı olmaz demek geçiyor içimden…

Diyarbakır; içme suyundan tutun, kanalizasyon, şehirleşme, kentsel dönüşüm, rehabilitasyon, zorunlu göçe çözüm gibi bilcümle dertlerini “kent kimliği” adına yeni yeni ve yeniden kurarak oluşturmaya çalışan bir bölgesel alternatif metropol. Şehir böyle bir misyonla vizyona çıkınca elbette şehrin kurumlarına da çeşitli görevler düşüyor. Ve kent halkı da şehrin kurumlarından bu vizyona yakışan davranış örnekleri bekliyor. Beklemek de hakkı…

İtiraf etmek gerekir ki; Dicle Üniversitesi bugün suyun, yani Dicle Nehrinin öte yakasında kalmış bir kurum görüntüsü sergiliyor. Şehirde olan, biten hemen hiçbir kültürel, sanatsal ve sosyal aktiviteden bihaber bir duruş sergiliyor Dicle Üniversitesi. Kurumsal manada kent dinamiklerinin arzuladığı ve beklediği sıcaklığı ve duruşu sergilemiyor / sergileyemiyor. Festivaller yapılıyor şehirde, üniversite bu festivallerin hiçbir yerinde yer almıyor. Ya da almak istemiyor.

Şehir, Karacadağ gibi eski bir volkanik kütlenin hinterlandında yer almasına rağmen, üniversitenin Ziraat Fakültesi’nde de bu verimli alanın bitki çeşitliliği, florası, faunası üzerine dünyaya anlatacak bilimsel çalışmalar yazılamıyor / yapılamıyor / anlatılamıyor.

Yine Karacadağ’ın püskürttüğü lavların bazalt taşa dönüşmesi sonucu, şehrin; bazalt taşı mimari kimliğinde kullanmasının / kullanabilmesinin etik ve estetik kaygıları üzerine Mimarlık-Mühendislik Fakültesinin kayda değer çalışmalarının (varsa eğer!) dünyayla paylaşılmamış olması ne kadar acı! Oysa geçmişi beşbin yıl öncesine dayanan ve içinde insanları ile birlikte yaşayıp ayakta kalan bir kültürler abidesi, kitabeler manzumesi “Diyarbakır Surları” dünyada tek örnek. Ama hâla Diyarbakır’da şehrin yapılarında standart şehir mimarisi bağlamında beton ve türevleri kullanılıyor. Bazaltın esamisi bile okunmuyor. Çünkü kullanımına dair akademik ve özendirici bilimsel önermeler yok…

Derler ki; bütün Türkiye’nin damak tadı ve kırmızı et kalitesi açısından sınırlı sayıdaki hayvan besiciliği yapılan ve hayvan varlığı olan yerleşim yerlerinden biridir Diyarbakır Havalisi. Peki, Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi, bu hayvancılık mevzuu ile ilgili kayda değer ne yapmıştır bugüne kadar. Merak sebebidir…

34 uygarlığın gelip geçtiği, izlerini bıraktığı her bir yanında, yöresinde elinizi atsanız dokunma mesafesinde, konuşsanız susması namümkün, örtülü, çok katmanlı saklı bir şehirdir Diyarbakır. Hakkında yazan epeyce eli kalem tutanı vardır Diyarbakır’ın. Çağrılsa üşenmeden, erinmeden üniversitesiyle bağ kuracak yazarları da vardır bu şehri kadimin. Edebiyat Fakültesi de vardır. Ama bir tek şehir monografisi yapılmamıştır bu şehrin üniversitesinin Edebiyat Fakültesi’nde.

Bütün bunları Hukuk, İlahiyat, Diş Hekimliği gibi diğer fakülteleri de katarak saymak ve uzatmak elbette mümkündür. Ama ne gam! Kime ne fayda sağlar bilemem… Çünkü kurulduğu günden bu yana Tıp Fakültesi egemen anlayışı ile diğer bütün fakültelerine “negatif ayrımcılık” yapmış bir garip üniversitedir Dicle Üniversitesi. Yukarıda saydığım ya da say(a)madığım diğer bütün fakültelerinin zaman içinde işlevsel olarak Diyarbakır Tıp egemenliğinin gölgesinde kalmış, bir süre sonra da Tıp Fakültesinin de işlevsel manada döner sermaye v.b. izleklerinin dışına taşamayan bir performansına mahkûm olmuş; salt mekânsal olarak değil ruhi fikriyatıyla da şehirden uzakta, öte yakada bir üniversite tezahürü var Dicle Üniversitesi’nin Diyarbakırlıların belleğinde…

Nehri kadim Dicle’nin öte yakasına gerçek manada hapsolmuş ve şehir halkından sadece kurumsal manada değil, entelektüel manada da soyutlanmış bir üniversite var karşı yakada. Siyasal iktidarların dümen suyuna göre yelken açmayan, icazetleri elinin tersiyle iten, kıblesi bilim olan demokratik ruhu kendine ilke edinen bir üniversal yapıyı talep etmek acaba kimilerine göre çok mu lüks!

Kentin ve bölgenin sivil toplum örgütleriyle barışık olmayıp ortak iş yapmayan; seçilmiş belediye yönetimlerine seçildikleri parti saikıyla mesafeli durmayı erdem sayan bir üniversite ne kadar şehrin entelektüel gelişimine katkı sunar doğrusu tartışmalıdır.

Şimdi yeni rektör adayları var Dicle Üniversitesinin. Rektör adaylarından biri, YÖK barajını sonra da Cumhurbaşkanlığı tercihini, öncelikli bir şekilde akademik oyları alarak, daha sonra da kimi siyasal ya da dostane “ilişkiler”ini deneyerek aşıp rektör olacak. Şimdiden şehirde konuşulan bu! Belki de bu sözü edilen “siyasal” ya da “diğer ilişkilerini” kullanmaya yeltenen kimi adaylara rağmen, adaylardan biri anılan yöntemleri kullanmadan bihakken Dicle Üniversitesi’nin yeni rektörü olacak!

Mevcut adayların içinde bütün bu beklentilerimize yanıt verebilecek düzeyde adaylar var mıdır? Çok emin değilim! Hepsini çok iyi tanımıyorum. Ama içlerinde, hiç değilse eleştirileri dikkate alıp buna göre önüne bir yol haritası koyacak bir, iki aday var diye düşünmek istiyorum. Bu yazı sebebiyle rektör adaylarından birini işaret etmek gibi bir yanlışa, elbette düşmek istemem. Dileğim de, derdim de şudur ki; Ankara’daki “muktedirin” üniversite nezdindeki siyasal görüntüsü olmayacak, YÖK hatta Cumhurbaşkanlığı nezdindeki “yandaş” referanslarını şimdiden kendine “artı puan” gibi lanse etmeyecek, geçmişte üniversite bünyesinde yapılan kimi işleri, çok da “metah işler” gibi yaldızlayıp sunmayacak bir rektör arıyor Diyarbakır. Bilimsel bilgi üretmeyi, akademisyenliğini yaptığı bölgenin toplumsal ve sosyal gerçekliğini bir an bile göz ardı etmeyecek ve de üniversitelerin varlık sebebi olan “Öğrenci Odaklı” bir Üniversal Yönetim modelini hiç değilse seçildiği ve atandığı dönemlik de olsa hayata geçirebilecek ve işte “Diyarbakır Böyle Bir Rektör’e layıktır” diyebilecek / dedirtebilecek / diyebileceğimiz bir rektör lazım Diyarbakır’a..

Başkalarını bilmem! Ama benim gönlümde böyle bir rektör tipolojisi var, şehrim Diyarbakır için. Rektör adaylarının içinde böyle biri var mı? Takdir, seçici akademisyenlerindir. Tabii eğer rektör adaylarında bu saydığım ve yazdığım bazlarda ölçü arıyorlarsa sayın doçentler, profesörler! Sahi, sizce çok mu seçici, ya da iyimserim! Yoksa Diyarbakır talep edilen böyle bir rektörü hak etmiyor mu?