Ünsal Oskay hocamdı. Var olması, yaşıyor olması insana umut veren bir insandı.  Dünyayı çözen, dünyanın tüm giydirilmişliğine karşın,

Ünsal Oskay hocamdı. Var olması, yaşıyor olması insana umut veren bir insandı.  Dünyayı çözen, dünyanın tüm giydirilmişliğine karşın, çıplak görmeyi bilen bir büyük beyindi.Yitirdik.
Yurtdışında, televizyon ve gazeteden uzak bir beş günün bitiminde, rasgele açtığım bir Türk televizyon kanalında karşılaştığım ilk haberden öğrendim ölümü. İnsanları mankafa ettiğini sürekli yineleyen hocadan, televizyonlar bir biçimde öcünü alıyordu.
Hoca diyordu ki; “Üretim ilişkilerindeki ve tekniğindeki değişmelerle kültürel ve sosyal kurumlardaki değişmeler birlikte dengeleşmelidir.” Azgelişmiş ülkelerde yenileşme çabaları yapılırken, bu durum atlanınca ortaya çıkan trajik durumu da çıplak bir biçimde saptıyordu: “Bir yanda küskün ve umutsuz aydınlar; bir yanda ise aydınlarından, yöneticilerden ve reformcu düşüncelerden ürken ve gitgide eski sosyal yapının savunucusu olan çıkar çevrelerinin sözlerine bağlanan kitleler…”
Bu saptamayı ülkemize de, farklı yenileşme programlarına ve hatta  reel sosyalizmin çöküşüne de kolaylıkla uyarlayabiliriz. Son seçimlerde seçmenin sol seçenek yerine sağ/tutucu bir seçeneğe yönelmesinin açıklamaması da bu saptamada yatar. Hoca, bunları ne son seçimler için yazmadı. Reel sosyalizmin tamamen çöküşünü görerek de kaleme alamdı. Bunlar otuz yıl önce, 1969 yılında yazıldı.
Ünsal Oskay’ın bu ülkede yaşamış olması bizler için büyük bir şanstı. Kendisi içinse bir o kadar şansızlık… Bunu, dekan odasında, hiç de dekan bürokrasisine uygun olmayan tozlu masanın çevresinde verdiği dersin sonunda kendisine söyleme salaklığında bulunmuştum. Hoca öyle bir kapkara baktı ki, bi tane patlatacak sandım… Ne yazık ki öldü ve bir tane patlatma tehlikesi kalmadı. Bu nedenle yeniden söylüyorum şimdi. Batı seçkinciliği içinde değilim, ancak, Ünsal Hoca Rumeli sınırlarından ötede bir yerlerde olsaydı, şimdi en az bir Eco’nun, bir Chomsky’nin adının yanında onun da adı anılıyor olurdu. Çünkü, yine hocanın sıklıkla söylediği gibi, toplam kalite toplam kalitenin üstünde olanı, ne denli üstün olursa olsun mıknatıs gibi kendine çeker. Hatta şöyle demişti, “Amerika’dan en iyi kalp cerrahını buraya getir, üstünlüğü, uzmanlığı orada kalır, burada sünnetçi olur”.
Düşük toplam kalitemiz, onun olması gereken yüksekliğe çıkmasını engellediyse de, hocayı kendimize tam olarak çekemedik neyse ki. Açık yüreklilikle, “Kitap uygarlığından geçmeyen bir toplum olduğumuzu söyledi. Popüler kültür tartışmalarında, Hülya Avşar’ın mektep tatili/ yaz tatili olduğunu söyleyerek, tartışmanın anlamsızlığını gösteriverdi.
Zorunlu iş ve zorunlu çalışma insan özgürlüğünü ortadan kaldırır. Sanayi kapitalizminin üretim biçimi ve üretim ilişkileri insanın organik zamanını parçalar. Bellek kırılır. Bu süreç, gelişmiş ülkelerdeki insanların gericileşmesi, şiddete yönelmesi sonucunu doğurur. Ünsal Hoca bunları görüp, çoğu kez işe yaramasa da bıkıp usanmadan anlattı. İşe yaramasa da diyorum, çünkü şiddetle, nerdeyse sinkaflı bir biçimde eleştirdiği iletişim tarzını ve popüler kültür üretiminin ana aktörlerinin timsah gözyaşlarını görüyorum ölümünden beri.
Bunların çıplaklığını da neyse ki yazılarında, kitaplarında bütün açıklığıyla ortaya serip gitti.
Uzun sözün kısası, Ünsal Oskay bu ülkede bir mucizeydi; bilimsel düşünce üretileceğini kanıtladı. Hem de ortalama kaliteye karşın. Bu mucize, bizim akıldan uzak çıplaklığımıza hep örtü olacak.

Haftanın dizesi;
“İçinden neler geçer bir kadının bilirim/Gömleğinde göz izi adamlara bakarken”
(Emel İrtem, Zehirli Rüya, Yitik Ülke Y.)