Çocukluğumuzun elektriksiz zamanları vardı. Gaz lambası ışığında derse çalışırdık. Her işin bir hüneri var; eğilip çalışırken lambaya fazla yaklaşırsan...

Çocukluğumuzun elektriksiz zamanları vardı. Gaz lambası ışığında derse çalışırdık. Her işin bir hüneri var; eğilip çalışırken lambaya fazla yaklaşırsan, uç kısımdaki yoğun ısı saçın ucunu yakar. Lamba yanığı kıvır kıvır, belli olur. Kurnaz öğrenciler kestirmeden gider; derse çalımak yerine saçı hafifçe yakmayı seçer... Ertesi gün kimin çalıştığı yanık saçtan belli olur çünkü. Ama, akıllı öğretmenler de sordukları iki soru ile yanık saçların foyasını ortaya çıkarır.
Tükenmez kalem bulunmazken ‘sabit kalem’ kullanılırdı. Kalemin ucunu ağızda ıslatarak yazmak gerekirdi. Bu sırada dudaklarda mor bir iz kalır. Çalışmak yerine, kalemin ucunu bir iki yalamak da başka bir kestirme yol; “bir önceki akşam çalışılmış görüntüsü” numarası.
Daha eskilerde, mürekkebin zamklı bir karışımla elde edildiği zamanlarda, hattat yazıyı bitirip, kalemini/kamışını kaldıracağı zaman yalayarak temizlermiş. (‘Kâğıdın ve Matbaanın Kültürel Tarihi’, Zekli Tez, Doruk Y.) Çünkü kalem bulaşık kalınca zamk donacaktır. Kalem bir daha kullanılamayacaktır. Çok bulunan, süpermarkette satılan bir mal olmadığından, kalemi, iyi kullanmak gerekirdi. Bu temizleme işi zaman içinde, mürekkep yalamak deyimini ortaya çıkarmıştır. Yanlış anlaşılmasın; lamba ve ‘sabit kalem’ zamanı tamam da, mürekkep yalama zamanına ben yetişmedim.
Yaşadığımız yıllarla ölçülen yaşın dışında, gaz lambasında sibere uzana bir toplumsal yaşa sahibiz. Gaz lambası derken e-book’a geldik. Nano-book da yakındır...
Dünyada ve Türkiye’de e-book uygulaması başladı. İdefix geçtiğimiz nisan ayında e-kitap satışına başladı. İlk e-kitap da Van’da satılmış, İnan Çetin’in ‘İblisname, Bir Hayalin Gerçek Tarihi’ adlı kitabı. Arkasından Diyarbakır Kitap Fuarı’nda İlk Kürtçe e-kitap çıktı.
Ülkemize, cep telefonunun yeni teknolojisi olan “3G”li ürünler gelmeden çok önce “3G”li telefonlar satılmaya başlandı. Ve kapışılarak alınmaya. Bir malın yara çizgisinin dışına taşması yeni değil. Salt zenginlik ve sosyal statü aracı olması bir çeşit yabancılaşmanın yabancılaşması gibi...
Ekonomik sistemin üretim süreçleri içinde yeni teknolojilere ulaşması bilinen bir gerçeklik.
Üretim sürecinin, ekonomik işleyişin dışında, farklı bir katmanda gerçekleşmemesi de bir veri.
Teknoloji, adı ne olursa olsun, yüksek, ileri, nano vb. sonuçta ekonomik sistemin yarattığı bir mala dönüşmesi temeldir. Bu nedenle, adı internet ya da başka bir şey olsun, temelde, eşit üleşimi, temel toplumsal eşitliği sağlayan sihirli, kapitalizm dışı bir güç değil. Bırakın eşit üleşimi, eşit erişimi bile sağlama koşulları yok bu dünyada.
Mürekkep yalamaktan siber kablolara ulaştık. Bu alanda da dünyanın şaşmaz eşitsizlik kuralı işliyor.
Birkaç kez söz ettik, dijital uçurum, diye. Daha da edeceğiz. Çünkü, pek çok muhalif söylemin karşısında bir “internet eşitliği”, hatta biraz zorlayarak söylersek, bir “internet sosyalizmi” çıkarılacak karşımıza neredeyse. Bu duruma dünyanın dolar milyarderi Bill Gates yoldaş çok güler herhalde.
Bütün gelişmelere Tanzimat Dönemi tutuculuğu ile şeytan işi diye bakmak gerekmiyor elbet. Nedense, bu e-book meselesinde, kitap kısmı teğet geçecek gibi bir kötücül düşüncelerle kapılmaktayım. Derdim bu. Geçirgen kapitalizm, süreçleri birbiri içinden geçiriyor. Üretim, satış, tüketim sarmalında, malların nitelemesini başından yapmakta yarar var.
Kafamızda gaz lambası yanığı ile e-bookları nasıl okuyacağımızı, kültürel masanın neresine koyacağımızın farkında olmak gerekiyor.
Haftanın dizesi: “Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri” (Cemal Süreya, Üstü Kalsın, YKY)