Türkiye Ekonomi Modeli adı verilen garabet bir sistemle anı kurtarmak pahasına, geleceğe yönelik kumar oynanıyor. İşin acı tarafı da, ortaya çıkabilecek risklerin ceremesini politikacılar değil de, yine yurttaş çekecek.

Ekonomide büyük kumar

Uluslararası kredi değerlendirme kuruluşu Fitch Ratings Türkiye’nin kredi notunu bir gıdım daha indirerek B+ düzeyine çekti. Bilindiği gibi bu alanda Moody’s, S&P ve Fitch gibi 3 büyük şirket var. Bir ülkenin kredi notu bir kez “yatırım yapılabilir” statüsünden çıkınca not indirimlerinin olumsuz etkisi daha sınırlı oluyor. Türkiye ne yazık ki artık bu eşik çizgisinin çok altında. Son indirimle Benin, Mısır, Türkmenistan, Ruanda ve Kenya ile aynı düzeye gerilemiş bulunuyoruz.
Bu noktada şu soru yöneltilebilir: Kısaca CDS diye bilinen kredi temerrüt takası primleri de bir ülkenin riskini yansıtmıyor mu, arada ne fark var? Doğru, CDS bir ülkenin risk primini anlık verir, veri ve olay akışına göre kendini şipşak ayarlar. Buna karşın rating kuruluşlarının kredi notları sıçramalı olarak, belli aralıklarla açıklanır. Türkiye’nin 5 yıllık CDS puanı en son 509’du. Aynı anda Rusya’nın 192, Brezilya’nın 223’tü.


Bir ülkenin kredi notunun indirilmesi uluslararası piyasalardan daha zor ve daha yüksek maliyetli borçlanması anlamını taşır. Riskin artışı önceden ihraç edilmiş ve piyasada işlem görmekte olan tahvillerin fiyatının düşüşü, dolayısıyla beklenen getirisinin de artışı anlamına gelir. Örneğin, Türkiye’nin 5 yıl vadeli euro bondlarının faiz oranı en son yüzde 7.23’tü. Çünkü Amerika’da FED’in faiz artıracağı beklentisiyle tahvil faizlerindeki sıçrama bizim gibi ülkelerin kâğıtlarının faizlerini de doğrudan yukarı çekti. Aynı anda 5 yıllık ABD tahvillerinin faizi yüzde 1.86’ydı. Görüldüğü gibi arada 537 puanlık bir fark bulunuyor. Bu 509 puanlık CDS primine oldukça yakın bir makas.

İMKÂNSIZ ÜÇLEME YİNE ZORLANIYOR

Bilindiği gibi Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati geçtiğimiz hafta küresel finans piyasalarının kalbi, bir bakıma yukarıda sözünü ettiğimiz risk düzeylerinin belirlendiği Londra’daydı. Nebati’nin 2 günlük görüşmelerinden en fazla akılda kalan mesajı, döviz kurunun sabit kalacağı taahhüdü oldu. Merkez Bankası’nın, daha doğrusu Saray’ın politika faizlerini yükseltmeme inadıyla birlikte düşünüldüğünde, bu Türkiye’nin bir kez daha “imkânsız üçlemeyi” zorlaması anlamına geliyor.


Hatırlayalım, imkânsız üçleme sermaye akışlarının serbest olduğu koşullarda bir ülkenin bağımsız para politikası izleme ve döviz kurlarını sabit tutma seçeneklerini aynı anda kullanamayacağı anlamına geliyor. Her ülke kendi dinamiklerine göre ikili bir tercihte bulunuyor. Bu konuda ABD serbest sermaye akışları ve bağımsız para politikasını seçip, doları dalgalanmaya bırakan ekonomi örneğidir. Çin sermaye kontrolleri uygulaması altında, hem bağımsız para politikası izleyip, hem de yuanı yönetebilen ülke konumundadır. Hong Kong’a gelince, uzun yıllardır para kurulu modelini benimsemiştir. Yani parası dolara karşı sabit, sermaye hareketleri serbest, ancak bağımsız para politikası izlemekten, faiz oranlarını kendi belirlemekten vazgeçiyor.

Buna karşın Türkiye’nin imkânsızı zorlaması, döviz kurlarını heba etmek pahasına ekonomi yönetimine zaman kazandırıyor. Nebati’nin açıklamalarından dövizi sabitleyince, enflasyonun düşmesini umut ettiği anlaşılıyor. Burada büyük bir yanılgı söz konusu; gerçekten eğer döviz kurları keskin biçimde artarsa bu durum geçişkenlik etkisiyle enflasyonun da yükselmesine neden olur. Ne var ki tersi geçerli değildir. Döviz kurunu bir süre sabit tutmanız enflasyonun otomatikman düşüşünü getirmez. Aksine Türkiye’nin bugünkü konjonktüründe bu durum enflasyonu beslemeyi sürdürüyor.

Biraz açarsak, kur korumalı mevduat (KKM) uygulaması tasarruf sahiplerine kur garantisi sağlayarak şimdilik dövize yönelmeyi yavaşlatıyor. Dolar kurunun 13.50 TL civarında salınması, haliyle bir istikrar ortamı yaratıyor, kurun kısa vadede tekrar zıplayacağı beklentisini zayıflatıyor. Gelgelelim, KKM kapsamında yüzde 17 faize rıza gösterenler, TUİK istatistiklerine göre dahi yüzde 49 tüketici enflasyonu baz alınırsa -%32 reel enflasyona yenik düşmüş oluyorlar. Bu da haliyle emlak, araba, tüm mal ve hizmetlere talebi artıracak, harcamaları hızlandırarak enflasyonu daha da güçlendirecek bir ivme yaratma potansiyeli taşıyor.

Bu arada kayda değer bir tasarruf-birikimi bulunmayan, finansal veya reel varlıklara yönelerek enflasyona karşı korunma şansı yakalayamayan dar gelirli yurttaşlar tüm olanaklarını günlük geçimlerini sürdürmek için seferber edecekler. Kenara 3 kutu salça koydum, her ihtimale karşı bir köşeye 5 paket makarna istifledim tesellileriyle avunacaklar. Korkulur ki, yılbaşında gerçekleşen sınırlı ücret artışlarının zaman içinde hükmünü yitirmesiyle giderek yaşam standartlarının daha da düşmesi tehlikesiyle yüz yüze kalacaklar.

KKM’NİN POTANSİYEL RİSKLERİ

KKM ile ilgili BDDK ilk kez 9 Şubat tarihinde veri paylaşımında bulundu. Böylelikle Hazine bünyesinde 171 milyar TL, TCMB’de 142 milyar TL olmak üzere bu hesaplarda 313 milyar TL biriktiği açıklandı.

Katılım bankaları ile birlikte yurt içi yerleşiklerin şu anda 225 milyar dolar döviz hesapları bulunuyor. TL cinsinden KKM’lerin döviz karşılığı ise 12,6 milyar dolara denk geliyor. Bir bakıma bu rakamı eklersek dolara endeksli hesaplar 237,6 milyar doları buluyor.

Şirketlerin TCMB’deki 142 milyar TL’lik hesapları da 10,4 milyar dolara eşit. Haftalık TCMB verilerinden yaptığımız hesaplamalara göre, 2021 yılsonuna göre, 4 Şubat itibarıyla tüzel kişilerin pariteden arındırılmış hesaplarında 7 milyar dolarlık bir azalma var. Buna 9 Şubat’a kadarki TL’ye geçişleri de eklersek 10,4 milyar dolar civarı sınırlı çözülme rakamına ulaşırız. Buna karşın 79 milyar dolar döviz tevdiat hesabı ise yerinde duruyor.

Nebati’nin diğer bel bağladığı bir konu ise, yastık altındaki altınlar. Eğer insanlar altınlarını finansal sisteme sokarlarsa bankalar üzerinden bu altınların TCMB’nin rezervlerini artırması öngörülüyor. Bu mekanizma aynı swaplere benziyor. Rezervlerin şişik görünmesi asla bu meblağın ekonomiye kazandırılması anlamına gelmeyecek. Sadece dostlar alışverişte görsün hesabı brüt rezervlerini kabartmış olacak. Hele bir de buna güvenip rezerv satışına girişilirse, swap hariç net rezervlerin daha da eksilere düşme riski var.

2021 yılında parasal altın ithalatı 2 milyar dolara kadar gerilemişti. Altın hesaplarının tasarrufçulara cazip görünmesi altın talebini artırıp, tam tersine ödemeler dengesini olumsuz etkileyebilir. Zaten parlak bir fikir gibi sunulan taa Özal döneminde denenip kayda değer bir sonuç alınamamış bir model.
Aynı şekilde bankalarda 79 milyar dolar döviz mevduatı bulunan şirketler kesiminin, elimizdeki son istatistiklerin yayımlandığı 2021 Kasım itibarıyla net döviz pozisyonu eksi 115,5 milyar dolardı. 160 milyar dolar varlığa karşın 275 milyar dolar yükümlülükleri var. Özellikle vergi avantajının cazibesiyle döviz bozan şirketlerin de vade bitiminde, dövize potansiyel bir talep yaratmaları olası. Çünkü önlerinde yüklü döviz cinsi dış ve iç borç ödemeleri bulunuyor.
Özetle, Türkiye Ekonomi Modeli adı verilen garabet bir sistemle anı kurtarmak pahasına, geleceğe yönelik büyük bir kumar oynanıyor. TL’nin keskin bir değer kaybının ortaya çıkması halinde Hazine’nin bütçeden yapması gereken ödemeler, KKM’nin vadesinin dolmasıyla birlikte dövize üşüşme tehlikesi, paralarını TCMB’de park etmiş şirketlerin vade bitiminde tekrar dövize yönelme olasılığı, altın fiyatlarının olası artışıyla TCMB’nin yükümlülüklerinin de kabarması derken üst üste konursa devasa finansal riskler gündeme gelebilir.

İşin acı tarafı da, ortaya çıkabilecek risklerin ceremesini son tahlilde aklı evvel politikacıların değil de, yine sade yurttaşın çekecek olması...