1980 yılının 12 Haziran akşamı İnciraltı Öğrenci yurdundaydık. Üniversite sınavları için gelmiştik. Nasıl bir şenlik, nasıl bir coşku; anlatılmaz.

1980 yılının 12 Haziran akşamı İnciraltı Öğrenci yurdundaydık. Üniversite sınavları için gelmiştik. Nasıl bir şenlik, nasıl bir coşku; anlatılmaz. Benim sınav yerim Bornova’da olduğu için biraz erken ayrıldık. Yarım saat sonra İnciraltı katliamı yaşandı. Tam bizim olduğumuz yerdeki insanlar öldü. Ölüm bizi sıyırdı, başka yoldaşları buldu.

Bornova’ya vardığımızda, oradaki yurtta da şenlik olduğunu gördük.

Büyük olasılıkla İnciraltı katliamının yaşandığı saatlerdi. Askerler şenlik alanını çevirdi, hepimiz çemberin içinde kaldık. Belki bir eşgüdümlü katliam planlanıyordu. Kimdir, nerededir; kara gür bıyıklı bir arkadaş bağlama çalıp “Mühür Gözlüm”ü söylüyordu.

Sarhoş bir yüzbaşı tehditler savurmaya başladı. Çünkü o sırada, başka bir yerde şenlik yapan – yanılmıyorsam- Halkın Kurtuluşu’ndan arkadaşlar, çember olayını öğrenip bizim olduğumuz yere gelmişti. Askerlerin dışında ikinci bir çember oluşmuştu böylece. Katliamın stratejik koşullları belki bu yüzden ortadan kalkmıştır. O yüzbaşı bilir bunları; kimdir, nerededir, o akşam kahırdan mı içmiştir?

Durup dururken anımsamadım bunları. Dahası, tamamen unutmuştum. Tamamen. Bellek anahtarımı Recep Tatar’ın hazırladığı kitap açtı ( Su Yayınları, Akla Kara, “Demokrat yazıları”-1980). Emil Abi katliamdan sonra zamanımızın “demokratı” Demirel’e yüklenmiş yazısında.

 Kitap, Emil Galip Sandalcı’nın 1980 yılında Demokrat Gazetesi’nde yayımlanan yazılarından oluşturulmuş. Köşe yazıları, çoğu zaman suya yazılan yazı gibidir. Güncel olanın, gündemde olanın eskimesi ile birlikte yazı da silinir. Gazete yazılarından oluşturulmuş olan, sahaf raflarındaki kimi kitaplara göz atın. Nasıl da hükümsüz bir mağlubiyet haliyle dururlar.

Emil Galip Sandalcı’nın yazılarını okudukça olayları yeniden anımsadım. Çoğunu zaten okumuştum. O yıllarda bulunduğum Gökçeada’ya Demokrat değil, pek gazete gelmezdi. En tazesi bir haftalık olurdu gelen gazetelerin. Çanakkale’ye gittiğimde, ilk işim Halk-Der’de birikmiş Demokrat’larda Akla Kara’yı okumak olurdu. Memleket ahvalini toptan öğenirdim. Bunu da, şimdi kitabı okurken anımsadım.

Emil galip Sandalcı, bu ülke için “fazla” olan, eşi bulunmaz insanlar türüne dahildir. Yazılarını yeniden okuyunca bunu bir daha görüdüm. Güncelliğini yitirmiş, gündemden düşmüş yazılar değil. Hala güncel ve yeni. Bilenler bilir, öylesine geniş bir bakışı var ki, tüm ülkeyi gören; nerede bir işkence, haksızlık, yolsuzluk; hepsine kalemi yetişmiş. Tüm yazılar tam anlamıyla bir sözlü tarih  toplamı gibi. O döneme ilişkin araştırma yapacaklar için toplu bir kaynak.

Günümüze de ışık tutan bir içerikte pek çok yazı. Alın size, ortaöğretimde askerlik dersine ilişkin yazısı; “Bebelere Askerlik”. Antimilitarist söylem  ve eylemler bizim medya gündemimize ne zaman girrdi? Bir düşünün ve Emil Abi’nin öncülüğünü anlayın. Bir başka yazıda İsmail Beşikçi’ye desteği var. “Peki, ne yapsın İlhan Erdost” yazısı ise, çok ilginç. Tam bir Emil Galip Sandalcı tutumu. Muzaffer Erdost evinde tabanca bulundurmaktan gözaltına alınmıştır. Emil Abi, gözaltına alınmaya ilişkin eleştirisini,  Muzaffer Erdost’un evinde tabanca bulundurmasını savunmak üzerine kurar; “Peki, ne yapsındı Erdost? Kapısında bekleşenlere, göğsünü bağrını açıp, ‘Vurun beni aslanlarım!’ mı deseydi?” 

O günler, bu yazılarla anlaşılır oluyor. Özellikle o günleri yaşamayanlar için çok değerli bir belge. Bu belgeleri Recep Tatar ortaya çıkarıp, elimizin altına koymuş. Farkına varmak hepimize düşüyor. Emil Abi yazdıklarıyla hala yazıyor çünkü.

 

Haftanın dizesi; “Bize kalan beklemektir esecek soğuk yeli” (T. Günersel, İzler, YKY)