Emperyalizm yeniden
Monthly Review dergisinin Temmuz-Ağustos 2019 sayısı “Geç Emperyalizm” tartışmasına odaklanıyor. Derginin kurucularından Harry Magdoff’un “Emperyalizm Çağı: ABD Dış Politikasının Ekonomisi” başlıklı, Amerikan hegemonyasının zirve noktasında kaleme alınan çalışmasının ellinci yıldönümü dolayısıyla Magdoff’un analizlerini 21.yüzyıla taşıyabilmek amacıyla böyle anlamlı bir çabaya girişiliyor. Emperyalizm temasının öne çıkarılması bile, Batı akademik çevrelerinde moda olan artık emperyalizm kavramının miladının […]
Monthly Review dergisinin Temmuz-Ağustos 2019 sayısı “Geç Emperyalizm” tartışmasına odaklanıyor. Derginin kurucularından Harry Magdoff’un “Emperyalizm Çağı: ABD Dış Politikasının Ekonomisi” başlıklı, Amerikan hegemonyasının zirve noktasında kaleme alınan çalışmasının ellinci yıldönümü dolayısıyla Magdoff’un analizlerini 21.yüzyıla taşıyabilmek amacıyla böyle anlamlı bir çabaya girişiliyor.
Emperyalizm temasının öne çıkarılması bile, Batı akademik çevrelerinde moda olan artık emperyalizm kavramının miladının dolduğu ön kabulüne bir cevap niteliği taşıyor. Emperyalist dünya sistemi sadece kapitalizmin tarihsel düzeyde en somut görünümü değil, aynı zamanda dünya ölçeğinde dinamik güç ilişkilerinin yoğunlaştığı yapıdır. Ve ancak merkez ve çevre, küresel Kuzey ve küresel Güney arasındaki yarılmayla anlaşılabilir… (Monthly Review Temmuz-Ağustos 2019, Editörlerin Notu)
Emperyalizm merceğinde S-400 ve Doğu Akdeniz
Bugün tartıştığımız Rusya’dan S-400 alımı, Doğu Akdeniz’de enerji savaşları benzeri konuları emperyalizm ekseninden kopuk ele aldığımız zaman ne gerçekçi bir analiz yapabiliriz, ne de doğru bir politik tutum alabiliriz. Evet her iki konu da bir yandan ABD’nin başını çektiği Atlantik hattıyla Çin ve Rusya liderliğinde yükselen Avrasya blokunun küresel hegemonya mücadelesinin bir izdüşümüdür; diğer yandan da silah sanayi ve enerji şirketlerinin ganimetleri paylaşma çabasının bir yansımasıdır…
Örneğin Ocak 2019’da Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İtalya, Ürdün, Filistin Yönetimi’nin oluşturduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu işin devletler düzeyinde organizasyonudur. Ancak İsrail adına sondajları Teksaslı Noble Enerji’nin yaptığını, İtalyan Eni’nin Mısır, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’la işbirliğine gittiğini, Amerikan Exxon Mobil’in, Fransız Total’in ve Katar Petrol’ün Güney Kıbrıs’ın şirket partnerleri olduğunu göz önüne almadan yapılacak değerlendirmeler eksik kalır.
Benzer şekilde S-400 mü, Patriot mu tartışmasını sürdürürken; İsveç’teki Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 2018’de ABD’nin %4.6 artışla 649 milyar dolarlık bütçeyle dünyada askeri harcamalara en çok para ayıran ulus olduğunu, onu %5 yükselişle 250 milyar dolarla Çin’in izlediğini rapor ettiğini dikkate almak gerekir. Çünkü Türkiye’nin Patriottan S-400’e yönelmesi ABD’li üreticisi Raytheon için ciro kaybı iken, F-35 alım programından dışlanması dünyanın bir numaralı silah üreticisi Lockheed Martin’in zarar hanesine yazılır. Tayyip Erdoğan’ın Amerika’yla gerginliği telafi için 100 Boeing uçağı alınacağını açıklaması ise haliyle Şikago merkezli şirketin yüzünü güldürür.
Emperyalizmi dış politika analizlerine temel yapmak haliyle , tereyağından kıl çeker gibi tüm konularda otomatikman doğru bir tutum almak anlamına gelmez. Ne var ki sosyalizmin avadanlığındaki bu önemli imkanı gardropta unutmak, ya tepkisel bir ulusalcılığa savrulmak, ya da emperyalizmin şefkatinden medet ummak gibi aşırılıklara götürür bu açık…
Foster’ın Emperyalizm Analizi
Monthly Review dergisinin editörü John Bellamy Foster, giriş niteliğindeki kapsamlı makalesinde, ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden başlayarak yirminci yüzyıla uzanan yeni emperyalist aşamanın; tekelci güce sahip dev kapitalist firmaların ürünü olarak görülebileceğini, bunun şirketler ile içinden çıktıkları ulus devletler arasında yakın işbirliğine dayandığını ve kapitalistler arasında rekabet ve savaşla sonuçlanan dünya halklarını ve kaynaklarını kontrol mücadelesine dönüştüğünü söylüyor.
Foster, Lenin’in emperyalizmin kapitalizmin tekelci aşamasıdır tezini ortaya koyduktan, Madoff emperyalizmin “altın çağında” değerlendirmesini yaptıktan sonra, dünya kapitalizminin çok değiştiğini, ne var ki konuya süreklilikle değişimi bağdaştıran tarihsel diyalektik bağlamında yaklaşmak gereğini vurguluyor. Bugünkü emperyalizmin genelleşmiş tekelci-finans kapital; üretimin küreselleşmesi; yeni formlarla çevreden merkeze artık değer aktarımı ve yarattığı derin ekonomik, askeri ve çevresel sorunlar temelinde tanımlanabileceğinin altını çiziyor.
Foster’e göre, bugün emperyalizm daha saldırgan ve hedeflerinde sınır tanımaz bir haldedir. ABD’nin gerileyen hegemonyası yanında, ekonomik ve ekolojik gerileme koşullarında dolar-petrol-Pentagon rejimi, ABD/Kanada, Avrupa, Japonya üçlüsü tarafından desteklenerek, jeopolitik ve jeoekonomik üstünlük sağlamak için tüm askeri ve finansal gücünü seferber ediyor. Amaç dünya hiyerarşisinin altında yer alan ulusları tabi kılmak, yükselen ülkelerin önüne engeller çıkarmak, egemen düzenin kurallarını ihlal eden tüm devletleri tepelemektir. Üçlünün çekirdek ülkeleri arasındaki çatışmalar devam etmekle birlikte, gerginlikler sadece ABD’nin kahredici gücüne bağlı olarak değil, aynı zamanda emperyal düzene ağır tehdit olarak görülen Çin ve Rusya’yı kuşatmak için de bastırılıyor…
Bu koşullarda, küresel değer/tedarik zincirleri yanında enerji, doğal kaynaklar ve finans da askeri-stratejik kapsamda görülüyor. Bu iç içe geçmiş, küresel dünya düzeninde Amerika Kalesi hem Avrupa, hem Japonya üzerinde istikrarsız bir hegemonya uyguluyor. Bugün ABD eli kulağında bekleyen gezegen felaketi ve ekonomik ve politik karmaşaya karşı, sadece askeri değil, aynı zamanda teknolojik, finansal ve hatta küresel enerji egemenliğine dayalı tam spectrumlu bir egemenlik stratejisi izliyor.
Giderek neoliberalizm neofaşizm ile birleşerek, ırkçılığı ve intikamcı milliyetçiliği körüklüyor, Anti-emperyalist barış hareketleri solun canlandığı zeminlerde dahi ortada görünmüyor, bu da bir kez daha sosyal emperyalizm sorusunu gündeme getiriyor.
Geç emperyalizme karşı “en genel özgürlük” mücadelesi aciliyet kazanıyor. En geniş insani mücadele işçilerin ve küresel Güney’deki halkların devrimci direnişi üzerinde yükselmeli ve kapitalizmin küresel ifadesi olan emperyalizmi devirmeye birinci ve en temel görev edinmelidir… (tüm alıntılar John Bellamy Foster Late Imperialism Monthly Review Temmuz-Ağustos 2019’dan )
Sonuç Yerine
Foster’ın değerlendirmelerini hafif köşeli, Rusya ve Çin’e karşı tavrını biraz hayırhah bulsak da, emperyalizm konusunu somut analizlerle gündeme getirmesi çok anlamlı. Korkut Boratav’ın BirGün Pazar’daki söyleşisinde vurguladığı “bir kere emperyalizm dağınıklık içerisindedir” saptamasının uzağında, “daha yekpare bir emperyalizm” ön kabulünden hareket ettiğine de değinmeden geçmeyelim. Monthly Review’daki diğer makalelerle birlikte Türkiye’deki emperyalizm tartışmalarını kışkırtmasını umut edelim. Sosyalist kesimdeki farklı emperyalizm analizleri olacak, olmalı, bizi zenginleştiren de zaten bu tartışmalar…
İsterseniz, bu göreceli uzun yazıyı, kısa bir emperyalizm özetiyle bağlayalım: Biz emperyalizm derken kapitalist emperyalizmi kastediyoruz. Yani tarihin değişik dönemlerinde ülkelerin birbirlerine karşı güç kullanmalarını aşan, kapitalist birikim süreçlerinin gereklerini yerine getirmek üzere ekonomik güç yanında, politik ve askeri gücün de kullanılması anlamında bir kurgudan söz ediyoruz. Burada ekonomik mantıkla, jeopolitik mantık iç içe geçiyor; birbirini besliyor, güçlendiriyor, bazen biri bazen öteki daha ön plana çıkıyor. S-400 krizinden, Doğu Akdeniz’de enerji paylaşım kavgalarına kadar bu çerçeveden hareket etmek, olayları anlamayı, anlamlandırmayı, çözümlemeyi, tavır almayı kolaylaştırır.