Emri ben verdim…
Nazi Almanyası’nın Yahudi politikasını belirleyen kişilerden olan Adolf Eichmann, yaklaşık 2 milyon Yahudi’yi, hazırladığı Mobilize Ölüm Birlikleri’yle katletmişti. Yıllar sonra Kudüs’te yargılandığı mahkemede defalarca tekrarlamıştı
Nazi Almanyası’nın Yahudi politikasını belirleyen kişilerden olan Adolf Eichmann, yaklaşık 2 milyon Yahudi’yi, hazırladığı Mobilize Ölüm Birlikleri’yle katletmişti. Yıllar sonra Kudüs’te yargılandığı mahkemede defalarca tekrarlamıştı: “Führer’in sözleri kanun demekti.” Eichmann bunu söylerken aslında tam olarak şundan bahsediyordu: “Ben kanunsuz bir şey yapmadım”. Mahkeme boyunca da kendisinin yasalara bağlı bir vatandaş olduğunun altını çizmişti. Eichmann haklıydı. O, aslında kanun neyse ona göre davranmış ve bu yüzden “yok et” emrini tereddüt etmeden uygulamıştı. Nazi hukukuna göre “iyi” bir vatandaştı. “İyi vatandaş” Eichmann, 1962’de mahkeme kararıyla, bir gece yarısı, idam edilerek öldürülmüştü.
Stephen Daldry’nin yönetmenliğini yaptığı Okuyucu (The Reader) isimli filmde de yargılanan Nazi kadın subay, hâkimin “O Yahudiler kilisenin içinde yanarken neden kapıları açmadınız ve yanmalarına göz yumdunuz?” sorusuna benzer bir yanıtı vermişti: “Çünkü eğer o kapıları açsaydık kargaşa çıkabilirdi.” Kargaşanın çıkmasından daha önemsizi düşman bellenen Yahudilerin canları ve kanlarıydı. Nazi subayı ısrarla kendisinin yalnızca emirleri uyguladığını ve görevini yaptığını belirtiyor ve kanunsuz bir şey yapmadığını iddia ediyordu. O da Eichmann gibi cezalandırıldı.
Toplama kamplarına gelenleri gülücüklerle karşılayan ve hatta onların güvenlerini kazanmış olan Doktor Mengele de bir halkın iyiliği, refahı ve geleceği için katledenlerdendi. Mahkûmların midesini hiçbir anestezik kullanmadan çıkartıp yemek borusuyla ince bağırsağı bağlayan; iç organları patlayana kadar onları yüksek basınçlı odalarda tutan; insanların boylarını uzatmak için diğer insanlardan kestiği bacakları onlara diken Mengele bütün bu katliam ve işkenceleri Alman Devleti’nin geleceği için yapıyordu ve onun bu yaptıkları da Nazi kanunlarında suç değildi. O da hukukun içindeydi ve hukuka uygun davranıyordu. Verilen emirleri dinleyip kanunları uyguluyordu.
“Hukukun askıya alınmasının” hukuk haline geldiği toplama kamplarında, Yahudileri gaz odalarına götürenlerse Nazilerle işbirliği yapan ve kendi canlarını bir süreliğine kurtarabilen işbirlikçi Yahudilerdi. İşbirlikçi Yahudiler, yani Sonderkommando’lar asla öldürmezlerdi. Onlar güle oynaya yakılmaya ya da zehirlemeye götürdükleri diğer Yahudilerin cesetlerini yok etmekle görevliydiler. Onlar da Nazi hukuku uyarınca bir süre kullanıldıktan sonra yeni bir emirle kampa katılmış yeni Sonderkommando’lar tarafından gaz odalarında yok edilmişlerdi.
Nazi devletinde hiçbir şey hukukun dışında değildi. Aksine her şey fazlasıyla hukuka uygun, hukukun içinde ve hukukiydi. Her ölüm inşa edilmiş ve hatta uydurulmuş bir suçun cezalandırılmasıydı. Bir infaz için mahkemeye gerek yoktu. Genel bir yargı ve kanı bile infaz için yeterliydi.
Hitler öldürdükçe öldürüyor ve kafasında yarattığı yeni düşmanları da Alman halkının ve devletinin önündeki en büyük tehdit olarak sürekli bir şekilde işaret ediyordu. O bir süre sonra yalnızca verdiği emirle varlığını koruyabilir ve yalnızca ölüm emirleriyle tanımlanır hale gelmişti. Korkuyordu ve korkusunu yenemeyen bu insan daha fazla öldürme isteği duyuyordu. Mahkemelerde yargılanan her Nazi, Führer’in “Emri ben verdim” sözünü hatırlıyor ve “Emri o verdi” diyerek kendini kurtarmaya çalışıyordu. Oysa Hitler’i Hitler yapan o emirleri uygulayanlardı. 50 milyon insanın kanı Hitler’in, onun emirlerini uygulayanların ve onu ortaya çıkaran kokuşmuş kapitalist sistemin her yanındaydı.
Hukuk denilen şey işte tam da buydu. Hukuk, egemen olanın emrini meşru kılmak üzere inşa edilirdi. Egemen kimse, hukuk onundu. Dolayısıyla “ülke için tehdit nedir ve kimdir”i de yalnız ve ancak hukuku inşa eden egemen belirleyebilirdi. ‘Kim öldürülürse suç olmaz’ı egemenin hukuku belirlerdi. Emri kim veriyorsa hukuk onun polisi, askeri ve silahıydı. O nedenle Führer öldürdükçe öldürüyordu. Ama öldürmek bile bir süre sonra yetmiyordu. O nedenle bizim ülkemizde de bugün öldürmek yetmiyor birilerine. Korku dağları sarıyor. Kargaşa ve tehdidin ne olduğu yeniden belirlenip belki de daha fazla öldürmek için yeni bir hukuk inşa ediliyor. O nedenle herkes şimdilik yalnızca acılarını biriktiriyor. Ancak insanlık tarihi her zaman olduğu gibi derinden derine tenlere kazıyarak yazıyor. Ne “Emri ben verdim” diyenler ne de “Emri o vermişti” diyenler hukuktan kaçsa da adaletten asla kaçamıyor.