Dünyada enflasyon cephesinden iyi haberler gelmesi, yerel paranın aksine değer yitirmesine neden oluyor. Önce 12 Temmuz’da ABD’de manşet enflasyonun yüzde 3.0’e düştüğü açıklandı. Dolar hızla irtifa kaybetti. Çünkü bu durum Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadeleyi kazanmakta olduğu, en son 26 Temmuz’da yüzde 0,25’lik bir faiz artışı yaptıktan sonra beklemeye geçeceği şeklinde yorumlandı. Bu da faizi artması beklenen avro, pound gibi paraların değerlenmesiyle sonuçlandı. Ardından geçtiğimiz hafta avro bölgesinde yıllık enflasyonun yüzde 5.5’e düştüğü, İngiltere’de ise beklenenin de altında yüzde 7’ye kadar indiği bilgileri geldi. Bu kez de Avrupa Merkez Bankası ve İngiliz Merkez Bankası’nın faizlerde frene basacağı düşüncesi egemen oldu ve dolar küresel piyasalarda yine başını kaldırdı. Çünkü finansallaşmış kapitalizmde uluslararası fonlar, sadece sağlayacakları getiriye bakarlar, paralarını park edecekleri ülkede hayat pahalılığı varmış, işsizlik tırmanma eğilimindeymiş gibi sorunlarla pek ilgilenmezler.

ENFLASYON % 50’YE DAYANACAK  

Bu çerçevede değerlendirirsek, Türkiye’de Temmuz enflasyonunun yüzde 10 veya üstünde çıkma olasılığı çok yüksek. Yüzde 10’luk bir aylık enflasyon verisi yıllık oranı yüzde 48.5’e kadar taşıyacak. Bu bilgiler ve fazlası TCMB’nin elindeyken, 20 Temmuz’da politika faizini belirgin bir biçimde artırarak, en azından “durumun farkındayım” mesajını vermesi beklenirdi. Ancak bilindiği gibi 20 Temmuz’da yüzde 2.50’lik bir mini adımla yetinildi. Bundan sonra böyle sınırlı artışlarla politika faizinin enflasyonla aradaki farkı kapatması çok zor. Eğer Ağustos’ta veya sonrasında daha büyük bir faiz artışı yaparsa, bu kez de paniğe kapıldığı, kontrolü elden kaçırdığı yorumu yapılacak, bu da yine güvensizliğe neden olacak. Zaten 27 Temmuz’daki Enflasyon Raporu’nda “rasyonel” tahminler yapılmaması halinde Gaye Erkan’ın yıldızı parlamadan sönecek.

TCMB faiz kararı metninde, enflasyonun yükseliş eğiliminin sürdüğüne; yurt içi talepteki güçlü seyre, ücret ve kur kaynaklı maliyet yönlü baskılara ve hizmet enflasyonundaki katılığa dikkat çekti. Vergi düzenlemeleri ve fiyat davranışlarındaki bozulmanın enflasyon üzerinde olumsuz etki yapacağını vurguladı.

Doğrudan yabancı yatırımlar ve dış finansman koşullarındaki belirgin iyileşmenin de fiyat istikrarına güçlü katkıda bulunacağını öne sürdü. Doğrudan yabancı yatırımlar ile BAE’den geleceği ilan edilen, henüz somut bir bilgi edinilemeyen 50.3 milyar doların kastedildiği açık. Dış finansman koşullarındaki iyileşme ifadesinin ise, CDS kredi risk primlerinin 440 puana çekilmesine, eurotahvil atıf yaptığı tahmin edilebilir. Bu da NATO zirvesinde verilen tavizlerin mükafatı sayılmalı.

LİKİDİTE BOLLAŞTI 

PPK metninde en çok, “Parasal sıkılaştırma kararı alınmıştır” cümlesi üzerinde duruldu. Nitekim toplantının hemen ardından KKM’ye yüzde 15 zorunlu karşılık uygulanması kararı geldi. KKM 13 Temmuz itibarıyla 2.962 milyar TL’ye ulaştığına göre, bu piyasadan 450 milyar TL çekilmesi anlamına gelecek. Peki bu karar neden alındı? Öncelikle, 24 Haziran’da bankaların bilançolarında TL tutma yükümlülüğünün yüzde 60’dan yüzde 57’ye düşürülmesiyle eli rahatlayan bankalar, yüzde 45 ve üzeri faizlerle mevduat toplama çabasına son verdiler. Mevduat faizleri kısa sürede, yüzde 30’un altına indi. İkincisi, seçim öncesi yüzde 50’lere dayanan KKM hesaplarının vade sonları geldi. Prim ödemeleri, yani açıktan para verme men edilince bazı tasarruf sahipleri çıkış yaptılar, hatta dövize yöneldiler. Üçüncüsü, seçim öncesi 98.5 milyar dolara kadar gerileyen brüt rezervler 14 Temmuz haftası 113.1 milyar dolara yükseldi. Bu 14.6 milyar dolarlık rezerv artışı, döviz alırken piyasaya bolca TL verilmesi anlamına geliyor.

Tüm bu etmenler dövize yönelme olasılığı bulunan likiditenin bollaşması anlamı taşıyordu. Zorunlu karşılık adımıyla bu paranın bir ölçüde emilmesi amaçlanıyor. M2 para arzının da, son 5 haftada yüzde 14 civarında bir sıçrama göstermesi de parasal genişlemeyi doğruluyor. Anlaşılan bu sıkılaşma sonucu bankaların tekrar mevduat faizlerini artırmaları bekleniyor. Diğer bir olasılık ise, kaynakları daralan bankaların kredileri sıkılaştırması, bilanço küçültme yoluna gitmesi. Zaten son veriler ihtiyaç kredileri faizlerinin yüzde 48.1’e, konut kredisi faizlerinin ise yüzde 32.6’ya yükseldiğini gösteriyor. Kredi kartı aylık faizleri de, BSMV’nin de artışıyla aylık yüzde 2.77 ’ye kadar çıktı.

DURGUNLUK KAPIDA

Yüksek mevduat faizi de yüksek kredi faizi de aslında aynı kapıya çıkar: Tasarrufun artması veya borçlanmanın cazibesini yitirmesi, dolayısıyla harcamaların kısılması, talebin düşmesi… Enflasyonun daha da ivme kazanmasını önlemek amacıyla ekonominin yavaşlatılmasının, işsizliğin artışının göze alındığı görülüyor. Zaten tüketici kredisi ve kredi kartı faizlerinin yükselmesi, geliri harcamalarına yetmeyen borca tutunan dar gelirli yurttaşların bellerini daha maliyetli borçlanma ya da düşen tüketimle daha fazla bükecek. Yüksek faizler özellikle otomotiv, beyaz eşya, mobilya ve konut sektörlerini olumsuz etkileyecek. Özetle, ister istemez teknik ayrıntılarına girmek zorunda kaldığımız bu finansal manevralar, emeğiyle geçiren sade insanların, emeklilerin sorunlarına çözüm üretmez. Enflasyon canavarını da bertaraf etmez. Olsa olsa yoksullaşan halka mücadeleden, örgütlenmekten başka çıkar yol bulunmadığını bir kez daha hatırlama fırsatı tanır.