Türkiye’nin geldiği yere bakıyorum… Siyasetçisinden sanatçısına, sokaktaki insandan esnafına hemen herkesin her şey yolundaymış gibi yapmasına, yaşamasına inanamıyorum. Her gün “artık bu kadarı da fazla” diyorum. Ertesi gün daha fazlasıyla karşılaşıyorum. Bu yazı için klavyenin başına geçtiğim saatlerde mesela, adının önünde PROFESÖR unvanı olan bir “şeyin” sözleri… “ARTIK BU KADARI ÇOK ÇOK FAZLA” dedirtti. Profesör […]

Türkiye’nin geldiği yere bakıyorum… Siyasetçisinden sanatçısına, sokaktaki insandan esnafına hemen herkesin her şey yolundaymış gibi yapmasına, yaşamasına inanamıyorum.

Her gün “artık bu kadarı da fazla” diyorum. Ertesi gün daha fazlasıyla karşılaşıyorum.

Bu yazı için klavyenin başına geçtiğim saatlerde mesela, adının önünde PROFESÖR unvanı olan bir “şeyin” sözleri… “ARTIK BU KADARI ÇOK ÇOK FAZLA” dedirtti. Profesör Cevat Akşit denilen “şey” şöyle buyurmuştu:

“SÜNNETSİZ KADIN FAHİŞE OLUR”
Kadın sünnetinin bu topraklarda uygulanabilir olması söz konusu değil. Biliyorum. Ancak bu topraklarda yetişen ve profesörlüğe kadar yükselen bir “şey” bunu düşünebiliyor, söyleyebiliyor. Başka “şeyler” aynı korkunçlukta fikirler saçabiliyor. Tiksindirici bir inanç pornografisi sergiliyor.

Akılları fikirleri, inanç adına, kadında. Kadının bacak arasında.

Daha önce bu kadar çok muydular? Bu kadar seviyesiz, pervasız, çirkin şey daha önce nerelerde gizleniyormuş?

***

Böyle uç bir örneğin, başlıkta adı geçen Ertuğrul Özkök ile ne ilgisi var diyeceksiniz… Anlatayım.

Geçen hafta sonu Abdi İpekçi, ölümünün 40. yılında anıldı. Nedendir bilinmez, Ertuğrul Özkök de o toplantının konuşmacıları arasındaydı. 40 yıl önceye gitti ve Abdi İpekçi’nin katledildiği o korkunç günden “aklında kalanı” anlattı:

“Benim kafamda bir araba plakası var. Hiçbir zaman silinmedi o plaka. 34 SL 001, bu plakayı ben 1979 yılında iki kapılı bir BMW arabanın önünde gördüm ve kafama takıldı. Niye takıldığını anlatayım. O araba Abdi İpekçi’nin öldürüldüğü iki kapılı BMW arabasının plakasıydı. O zaman şunu dedim ben: ‘Vay canına demek ki gazetecilerin de BMW arabası olabilirmiş’ Bu araba benim kafamda kaldı.”

Ertuğrul Özkök, o kadar korkunç bir olayda Abdi İpekçi’nin arabasına bakmış ve bunu düşünmüş, öyle mi!

Şaşırmadım. Evet, öyle!

Yalnızca Özkök değil. 12 Eylül sonrasında medyada yükselen, ÖZAL DÖNEMİ GAZETECİLERİNİN tipik refleksi buydu.

Hatta, bırakın Abdi İpekçi’nin (kızının aynı toplantıda anlattığı üzere patronun ısrarıyla ve borçlanarak aldığı) BMW arabasını… Teknesi, yatı olmayanı “ezik” sayan… Hizmetçili bahçıvanlı villalarda yaşamayanı tanımayan… Türkiye ve Türkiye medyası gerçeğiyle asla bağdaşmayan bir gazeteci kuşağı yaratıldı.

Gazeteci dediysem, muhabiri ya da mutfaktakileri anlamayın. Ekrana çıkan, gazete ya da televizyon yöneten, şöhrete şöhret, paraya para demeyen ve patronlarla aşık atan isimlerden söz ediyorum.

***

Ertuğrul Özkök, başta anlatmaya çalıştığım işte bu yeni Türkiye’yi düşündürdü.

Siyasal İslamcılar memleketi nasıl oldu da bu kadar kısa sürede bu kadar kolay ele geçirebildiler? Ya kanaat önderleri, köşeciler, medya büyükleri, onlar ne yaptı? Kendileri birer New Yorklu birer Parisli gibi yaşarken, (özellikle yoksul) insanların Orta Çağ karanlığına sürüklenmesine nasıl göz yumabildiler?

Yanıtı biliyorum, elbette: Para, çıkar, konfor, şöhret, güce yakın olma arzusu…

Biliyorum da, düşünmeden yapamıyorum.

Eğer bu ülkede medya Ertuğrul Özköklerin, Zafer Mutluların, Mehmet Ali Birand’ların, Fatih Çekirgelerin ve benzerlerinin elinde olmasaydı…

Eğer onlar ve benzerleri paraya arkalarını dönüp gazeteci kalabilseydi… Gerçeklerin üstünü örtmeye, yalana ortak olmaya kalkışmasaydı… İktidar hegemonyasını bu kadar kolay kurabilir miydi?

Bunların yanıtını da biliyoruz değil mi!

12 Eylül darbesi, ÖZALİST ve sonrasında SİYASİ İSLAMCI sistem için gerçekleştirildi.

Özal ve sonrasında Siyasi İslam’ın temsilcisi Erdoğan da, bu sistemi yerleştirmek için önce medyayı kullandı. Yolu, “gazetecilerle” açtı.

Zira her ikisi ve arkalarındaki “güç”, medyanın tepesindeki isimlerin gözlerine baktı ve gördü:

Gözbebeklerinde Abdi İpekçi’nin… Tüm malvarlığı mütevazı bir Ankara evi ve içinde can verdiği arabadan ibaret Uğur Mumcu’nun değil… Lüks arabaların, teknelerin fotoğrafları vardı.