Bir zamanlar ülkemizde yoğun bir baskı ve sansür vardı. Sinemadan edebiyata, her alanda kurumlar harıl harıl sansür ateşiyle çalışırdı.

Bir zamanlar ülkemizde yoğun bir baskı ve sansür vardı. Sinemadan edebiyata, her alanda kurumlar harıl harıl sansür ateşiyle çalışırdı.
Altmışlı yıllar... Sinemada özellikle çifte kavrulmuş bir sansürleme süreci yaşanırdı. Ara duraklar bir yana, önce filmin senaryosu sansüre sunulurdu. Arkasından, bu senaryoya göre çekilen filmin sansür kurulundan geçmesi gerekirdi. Sansür kurulu oturup filmleri izler, sonra, son derece resmi bir tutanakla, “...halka gösterilmesine ve yurt dışına çıkarılmasında bir sakınca bulunmadığına...” diye karar alınırdı. Bu tutanağın altına, İçişleri Bakanlığı’ndan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden, Genel Kurmay Başkanlığı’ndan, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’ndan, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gelen üyeler imzaların basardı.
Bu heybetli kurulun ilgili üyeleri son derece dikkatliydi; tutanakta, falsonun derhal yakalandığı görülürdü: “Kocasızlık başına vurmuş, sözünün çıkartılması”, “Üçün biri” tabirinin çıkarılması”, “Küçük çocuğun iki gündür açtık…”  sözünün filmden çıkartılması gibi, koşullu izin verilmesi de sıkça görülen uygulamalardı. Son örnekte üye, küçük çocuğun “açlık” vurgusunda mutlaka komünizm kokusu, bölücülük gizli niyetini yakalamıştır…
Kurul her zaman oy birliği ile karar almazdı. Bazen bu zehir üyeler, özellikle kendi  alanlarında asla faka basmazlardı. Kendi kurumları açısından sakıncalı bir durum gördüklerinde itiraz edeler, yasaklama kararı çıkmazsa, tutanağa derhal çekince koyarlardı; “... Remzi isimli sivil polis ile arkadaşının Hüseyin’in gazinosuna geldikerinde, Hüseyin’in onlara hitaben söylediği ‘gazinom kapandı, bir şey yok, hadi gidin’ cümlesiyle, elinin tersiyle ‘Defolun” manasına gelen hareketi gösteren sahnenin çıkarılması reyindeyim”. İmza, Emniyet 9. şubeden filanca. Emniyetçi üye, bir sivil polisin, vatandaş tarafından elinin tersiyle kovulmasının yerinde olmayacağını hemen saptamaktadır.
Bir zamanlar ülkemizde sansür vardı işte. Gülünç, basit, kaba... adını ne koyarsak koyalım. O dönemde kendisine sansür uygulanan için ne acılara, yıkımlara neden olursa olsun, şimdi bize gülünç gelen, aptalca, ahmakça gelen akıllar uygulamalar.
Hani şimdi II. Abdülhamit zamanındaki sansürün gülünçlüğü için “yıldız” “burun” gibi sözcüklerin yasaklanmasını örnek gösteririz. Burun, padişah iri burunlu olduğundan, yıldız, padişahın yaşadığı Yıldız Sarayı’ndan dolayı...Yukarıya aldığım örneklerin de artık “burundan” farkı yok...
Yıllar sonra da, bugünlerde basında yer alan “Kürt Filmi,Kürtçe film, Kürtçe oyun” hatta “Kürtçe’ye izin” gibi haberler, eminim “tarih” olunca gülünç olacak. Çekilen acılar bir yana. Yasakçıların ahmaklığına gülünecek. Yine birileri yazacak; bir zamanlar yoğun baskı sansür... diyerek.
Dönüp bakınca, yine hep “biz” haklı çıkıyoruz. Bütün aptallıklara, siyasi yasaklara, haksızlıklara yanlış olduğu için karşı çıkan “biz” idik. Zaman geçip, örnekleri sergileyince, haklı olduğumuz, “onların” gerçekten yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Ama, tarihsel iyimserliğimiz, umudumuz bir yana,  tarihsel haklılığımız, şimdiki zaman için sistemin bize “eyvallah” demesini sağlamıyor. Haklılığımız, zamana kalıyor yine...
Şimdiki zamanda eskinin yasakçılarına kolayca ahmak diyebiliyoruz. Ahmak olan sadece o yasakçılar değil, onların içinde bulunduğu topyekün sistem elbet... Dil yasağı, kültürel yasaklar da, yine aynı sistemin işi... Kişiler değişse de, iktidar ve yöntemleri aynı.
Kürtçe film, Kürtçe tiyatro... Bir haber değerinde şimdiki zamanda.  Bu topraklarda, ancak şimdiki zamanda gündeme gelebilmiş olması sistemin/iktidarın ayıbı... Birgün çok gülünç ve ahmak olacaklar; bu toprakların tüm hikayeleri tüm dillerde anlatılırken... Biraz erken davranıp, şimdiden ilan etmeli ahmaklığı...
Haftanın dizesi;
“İpekler sürelim tenimize/ Alnımızı geren kan yumuşasın”