Yazmak için oturunca fark ettim. Sadece bir hafta geçmiş!

Bir önceki yazının üzerinden sadece bir hafta geçmiş!

Kasım 2015 seçiminin üzerinden sadece bir hafta geçmiş!

Ankara’da bombalar patlayalı.. 100’den fazla insanımız hayatını kaybedeli.. Ankara Garı’nın önüne boynu bükük karanfiller bırakılalı.. 9 yaşındaki Veysel’i toprağa vereli de sadece 1 ay olmuş!

Hele Suruç, sanki bir başka çağda yaşanmış gibi.

Hatta sanki toptan aklımızı kaçırmışız gibi.

fasizmin-normallesmesi-86876-1.fasizmin-normallesmesi-86877-1.fasizmin-normallesmesi-86878-1.

+ + +

Bir önceki yazımda.. Yani seçimin hemen öncesinde iki seçenekten söz etmiştim: Eğer AKP seçimi tek başına kazanırsa.. Ve eğer AKP’siz bir koalisyon mümkün olmazsa..

Ben o seçenekleri irdelerken, henüz, bırakın sandıkların açılmasını daha sandık başına bile gidilmemişti. Ama köy görünüyordu ve kılavuza gerek yoktu.

Peki, ‘BUGÜN’ neler gösteriyor bize?

Şunları:

· Evet, tahlillerin ortak noktasında vurgulandığı üzere, Veysel öldü AKP’nin oyları yükseldi. Çünkü iktidar, göz göre göre yalan söyledi. Ankara Katliamı’nın failini gizledi. Hadi, “belki de sırf oylar artsın diye katliam düzenlendi” demeyelim, ama “katliam sonrası algı operasyonu ile siyasi rant elde edildi”. Buna bakarak terör ve şiddetin iktidarın bundan sonra da EN BÜYÜK KOZU olacağını görmek zor değil. Nitekim Ankara Katliamı’nı PKK / HDP / DHKP-C / PARALEL YAPI gerçekleştirdi diyenler, bugün de “Türkiye, kendi dağlarını nasıl da güzel bombalıyor” diye yazıyor. Yandaş kalemler, askerin yanında operasyona katılıp kahramanlık destanları aktarıyor. Kısacası, en azından kısa vadede güvenlikçi politikaların ve silahın hayatımıza egemen olacağı görülüyor. Savaş ‘normalleştiriliyor’.

· Örneğin: RTE aşığı Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam, manşetinde bir Kürt kızının askerlere çay ikram ederken fotoğrafını veriyor. “Kardeşlik demlendi” diyor. Bakın tesadüfe!! Millet, Yeni Şafak gibi havuzcular da manşetleri için ‘aynı kareyi’ seçiyor. MİZANSEN, gerektiği gibi mesajı okuyucunun / halkın gözüne sokuyor. Sabah’ın kardeşi, en bi yandaş Takvim gazetesi ise operasyonun yanı başından, ‘zirvelerden’ bildiriyor. Yandaş diyemeyeceğimiz Posta bile, Şırnak’taki mayın kurbanı askerin haberini şöyle veriyor: “Uzman çavuş Uğur Akyer, kardeşine ‘bu vatan için seve seve şehit olurum’ dedi. İki gün sonra şehit oldu.”

· Muhalefet partilerine gelince.. Şimdilik kendi sorunlarına gömülmüş görünseler de, onların da ‘normalleşme’ çabasında olduğunu söylemek kehanet değil. Zaten CHP lideri Kılıçdaroğlu, demokratik bir nezaket örneğiyle Davutoğlu’nu telefonda tebrik ederek kapıyı açtı. Son bir haftadır, söylenenlere / konuştuklarıma / işaretlere bakıyorum; pek çok siyasetçi ‘dört yıl sonraki seçime’ hazırlanmaktan söz ediyor. Zaten 7 Haziran sonrasında görmedik mi? Ellerindeki tek enstrüman sandık. Dört yılda bir sokağa çıkıp oy isteyecekler, sandığa çağıracaklar. Sanki her şey yolunda. Sanki her şey normal!

· Sandık demişken. Uzun süredir hep Hitler örneği veriliyor, malum. “Hitler de seçimle gelmemiş miydi” diye RTE’ye gönderme yapılıyor. Evet, Hitler seçimle geldi de, nasıl gitti? Bu sorunun gündeme gelmesi, tartışılması için ne bekleyeceğiz acaba? Hitler, kendi başlattığı 2. Dünya Savaşı sayesinde gitti. Tamam. Peki ya Franco? İspanya’yı kana bulayarak iktidara gelen Franco nasıl gitti?

· Benim ilk eylemlerimden biridir. Franco rejiminin idam cezası verdiği üç komünist için başlatılan uluslararası kampanya için ben de kendi çapımda imza toplamıştım. Sokağa çıkmıştım. Aralarında bir de kadının bulunduğu komünistlerin –inanılmaz vahşi bir yöntemle- idam edilmemesi için haykırmıştım. Fayda etmedi. O gençler öldürüldü. İspanya ise Franco’dan, 35 yıllık kanlı / korkunç bir sürecin ardından ‘ölümüyle’ kurtulabildi.

· Evet! Diktatörler bazen savaşla bazen seçimle gelirler. Ama demokratik yoldan gitmezler. Gidemezler.

· Onları gönderebilecek tek yol, toplumun direnişi, mücadelesidir. Bu yüzden, diktatörler bir yandan şiddet politikasını sürdürürken, diğer yandan toplumun geniş kesimlerini (çok da) rahatsız etmeyecek adımlar atar. Onları karşısına almamaya özen gösterir. Elbette, bu kimi zaman RIZA ile olur.. Kimi zaman da ÖCÜ KORKUSU ile.. Geniş kesimleri, “eğer kendileri giderse kaosun geleceğini, sonlarının Veysel gibi olacağını” anlatarak sindirirler.

· Sonuçta.. Diyelim ki 1960’larda Madrid’de yaşıyor olsaydınız ‘keyfiniz yerinde’ olabilirdi. Ve örneğin Barcelona’daki mücadeleden / zulümden habersiz, mağaza mağaza dolaşabilirdiniz.

· Biz de normalleşiyoruz. Daha da normalleşeceğiz. Güneydoğu’da gençler ölecek. Biz burada alışveriş yapacağız. Faşizm deyince aklınıza sadece 2. Dünya Savaşı gelmesin. Faşizm, aslında, 1940’tan Franco’nun öldüğü 1975’e kadar İspanya’dır. Yani, gayet normaldir!!!