İstanbul Film festivali hayırlısıyla bu yıl da geldi geçti. Yine her yıl olduğu gibi festival programını önceden edindik...

İstanbul Film festivali hayırlısıyla bu yıl da geldi geçti. Yine her yıl olduğu gibi festival programını önceden edindik. Filmleri seçtik, işaretledik. Otuz tanesini listeye alıp üç tanesine yetişebildik. Yetişemediklerimiz için de çokça kaygılandık.
Festival süresince ve festival sonrasında, izleyemediklerimiz için bir süre daha kaygılanır, kaçırdıklarımızın sözünü ederdik eskiden. Şimdi bakıyorum da, kişisel çevrem için festival tarih olmuş. Ya da geçen gün bir televizyon programında kullanılan  güzel cümle ile söylersek, film festivali bazılarımız için çoktan bir ölü cümle olmuş.
Ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Zaten festivalin tanıtım filmini de bir banka ne güzel hazırlamış! Her şeyin değiştiğini ama festivalin kalıcılığını iyicil bir havada ne güzel anlatıyor. Anlatılan film festivali değil, banka belki. Sistemin temel bir kurumu, sinemaya sahip çıkıyor. Peki programdaki tüm filmler sistem içi mi? Hiç mi muhalif yapıt yok? Var elbet. Ama banka markasını giydikten sonra, zihinlerimiz süklüm püklüm oluyor ve süklüm püklüm zihinlerde sert ve dik muhalif duruşlar da yumuşuyor. Yumuşatıcı etkili iyicil reklam, sinemanın değil, bankanın reklamı. Çünkü festival programının tamamı bu denli “iyicil bir hava” taşıyan filmlerle dolu değil. Bu da ayrı bir çelişki… Kültür üretimi ile meta üretimi aynılaşınca, ortaya bu tablonun çıkması kaçınılmaz.
Banka niye sanat reklamı yapar? Çünkü, sunulan marka iyi ve “iyicil” izlenimiyle bilinçlere yerleşmeli. Sanat, markadır çünkü. Çünkü o marka profesyonelleşmiştir. Sırtına bankayı yüklersiniz. Onu taşır. İçerdiği muhalif öyküler, düşünceler de, kendi sırtını sopalayan, geleneksel köy seyirliklerindeki Arap karakteri gibi, tutturabilirse sırtında taşıdığı karşıtına vurur. Tutturamazsa kendine vurur. O kadar parayı veren banka elbet düdüğü de çalacaktır. Hayır işi değil yaptığı. Yoksa, kulakları çınlasın, yaşlı anacığımın dediği gibi, reklamla birlikte işin hayrı uçar.  İyilik yapanın, yaptığı iyiliği anmasını hoş karşılamaz anam ve “yaptığın hayrı konuşma, eşkere etme, hayrı uçar” der hep.
Bankacılık profesyonel bir iştir. Sanat izleyiciliği de aynı derece profesyonelleşecek elbet. Söze başlarken andım. Artık çevremde çok kişi festivalin gelip geçtiğini fark etmiyor bile. Profesyoneller dışında. Burada iyi ya da kötü diye bir değer yargısında bulunmak değil amacım. Ya da sinemaya kendince destek olan bankayı yerden yere vurmak da değil. Bir durum tespiti sadece. Sanatı anlamanın bir eğitim işi olduğu zaten yıllar önce söylenmiş. Profesyonel reklamcılar, profesyonel bankacılar. Profesyonel televizyoncular derken gelip dayanıyoruz profesyonel seyirciye. Bunun bir daralma olduğunu da ayrıca belirtmeye gerek yok.
Sanat ve kültür birbirinden ayrılmaz ikiz kardeş. “Kültürlü” olmak belli bir profesyonelliği gerektiriyor. Kültür sözcüğünün etimolojisinde bilinir ki, “tarım” yatar. Tery Eagleton diyor ki, kültür kelimesinin Latince kökü olan “colere”, tarımı da içermektedir (Kültür Yorumları, Ayrıntı Y. Çev. Özge Çelik). Yine, kültür ile aynı kökten gelen “coulter” de saban demirinin ağzı demekmiş. Bir şey daha ekleyelim, İngilizce’de tarım agriculture sözcüğü ile karşılanır. Kültür için, “İnsan faaliyetlerinin en inceliklisine işaret eden kelimemizi emek ve tarımdan, gelişim ve üründen alırız” diyor T. Eagleton.
Pek çok kavram gibi, kültür kavramı da kalkış noktasından çok uzaklaşmıştır ve çıktığı yumurtaya hiç benzemez,  hatta o kabuğu beğenmez olmuştur. Bu kavramsal çerçeve bir yana, elbet sinema da kültürdür; tarımı, buğday ekimini, çiftçileri göstermese de bu böyledir. “Doğa kültürü yaratmış, kültür de doğayı değiştirmiş” diyor Eagleton, yukarıda, parantez içindeki kitabında. Bunu biraz daha derinleştirip, kültür doğayı dönüştürür de diyebiliriz. Peki, sinema festivalinde hiç çiftçi görenimiz oldu mu? Ya da saban demiri? O saban demiri, o toprağa girdiği anda, sinema ile arasındaki mesafe de açılmaya başladı. Daha keşfedilmemiş sinema ile üstelik! Çünkü o saban demirinin ucunda sadece tohum için toprağı açan güç değil, geleceğin bankalarının tohumları da vardı.
Sinemanın festivali geldi geçti. Bir saban demirine sap olamadık yine bu dönemde. Kültür nesneleri ve olayalrı ile değil, “Kültür Yorumları” ile yorulmaktayız.