Sabaha karşı bir telefon, geceyi savuran bir hıçkırık, O da yok artık. Canımın içinde büyük bir yer külliyen yok artık. Savaş yoksa, bu işin pek tadı da...

Sabaha karşı bir telefon, geceyi savuran bir hıçkırık, O da yok artık. Canımın içinde büyük bir yer külliyen yok artık. Savaş yoksa, bu işin pek tadı da yok artık.

Çok sıcak bir acı bu, sevgili okur, çok taze. Başka hiçbir şey düşünemiyorum şu anda. Öyleyse size biraz Savaş'tan, bizden, hatırlamalardan açayım. Akkorun üzerine az bir şey su serpeyim.

On sekizimi sürüyordum Savaş'la tanıştığımızda, O da otuz dört filandı. Çetin Altan'ın 'Islıkçı' isimli, ıska geçilmiş, pek latif bir oyunu vardır. İlk ve son oynanışıydı, Kadıköy Şehir Tiyatrosu'nda, merhum Zihni Küçümen ağabeyimin rejisiyle. Esaslı ego şişirebilecek bir durum, ilk profesyonel oyunumda 'kafa' rollerden birini oynuyordum. En 'kafa' rolü de Savaş oynuyordu.

Erdal Özyağcılar, Mustafa Alabora, Betül Alabora, Filiz Toprak, Uluer Süer ve Mehmet Birkiye, bir de asistan Işıl Özgentürk idik. Acayip neşeli bir ekiptik ve Çetin Abi'ye şunu söyletmiştik: "Benim yazdığım oyuna pek benzemiyor ama çok güzel olmuş!"

ÇIMACI PARKASIYLA ASKER PARKASI

Hemen ardından Savaş, Luciano Vincenzoni ile Mino Roli isimlerinde iki İtalyan yazarın Howard Fast'ın romanından uyarladığı 'Suçsuzlar'ı (Sacc-ho ile Vanzetti) sahneye koydu. Asistanı ve oyun-cusuydum. Tiyatroya temelli bağlandıysam eğer ki öyle görünüyor, o 'iş'in yapılma biçimiyle bağlantısı yoğundur. Şu kadarını söyleyeyim, ilk gece, ön oyundaki rolümü oynayıp, yan kulisten iki merdiven aşağıya koşarak inmiş ve üçüncü perdenin dekor parçalarını tamamlamaya çalışan arkadaşlarıma katılmıştım.

Kadıköy Şehir Tiyatrosu'nun (şimdiki Halk Eğitim Merkezi) oturma odasında (green room) bir ping pong masası vardı. Oya Küçümen, Yavuz Önkol, Turgut Denizer, Savaş Dinçel ve Orhan Al-kaya kolektif oyun yazmaya giriştiğinde, az sa-bahlamamıştı oturma odasında. O gecelerden birisinde, birimiz iki makyaj masasını bitiştirip üzerinde, ikimiz kanepede filan, Savaş da o ping pong masasının üzerinde uyumuştu bir ara. Pek güzel, diye ağzımdan kaçırdığım çımacı parkasını çıkartıp benim asker parkasıyla takas ettiğimiz sıraydı galiba.

SONRA EVE DÖNDÜK

12 Eylül arkası, "çalışmasında sakınca görülen kişi" kapsamında, yani 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca Şehir Tiyatrosu'ndan kovulurken, ben çaylak, Savaş'a tur bindirmiş, ilk 'kovulanlar listesi'ne alınmıştım, Savaş üçüncü listeyi beklemek zorunda kalmıştı.

O ara hepimiz farklı farklı işler yaptıydık. Mustafa bir iki yıl kadar Rumelihisarı'nda balıkçılık yapmıştı, Oktay da balıkçılık yapmış ve tasarruf için evde rakı imal edecek bir düzenek kurmuştu. Erdal bir ara evde şampuan yapıp kuaförlere satıyordu. Başar sinemaya geçmişti, Fehmi, Haşmet de öyle. Savaş da bir ara bir gazetede 'köşe çizeri' idi. O sıra ben de gazetecilik yapıyordum. Babıâli yokuşunu birlikte tırmandığımız, Cemiyet'te veya Hamam'da rakıladığımız günlerdi.

Sonra 'eve döndük', İstanbul Şehir Tiyatro-su'na. Evin adabı biraz değişmiş, rejisörün dekor parçası taşıdığı, teknisyenin sahneye sufle verdiği günlerden çıkılmıştı ama gene de 'ev'in kokusu bir başkaydı işte. Orası bizim evimizdi.

Asistanı ve oyuncusu olduğum Savaş'la, 1997'de Beckett'in olağanüstü oyunu "Godot'yu Beklerken"i yaptık. Şimdi o benim oyuncumdu. Bir yandan Beckett'e 'gıcık' olma numarası yaparken, Vladimir (Didi) rolünü öyle akıl almaz bir nüans ustalığı ile oynamıştı ki sahici oyunculuğun şahikasıydı orada Savaş.

Savaş'ın 'Bizimkiler' dizisinde Şükrü Bey olduğu, yolda izde hayranlarınca rahat bırakılmadığı sırada yapmıştık biz Godot'yu. Birgün, Beyoğ-lu'nda iki lise talebesi yolunu kesmiş. Günde otuz kırk defa onu tanımış olmanın sevinciyle önünü keserlerdi o sıra. Savaş gene Şükrü Bey için zannedip suratını ekşitmiş. Çocuklar 'Godot'yu dört kez seyrettiklerini söylediklerinde de ikisinin birden boynuna sarılıp ağlamış. Anlatırken de ağla-dıydı.

Bir keresinde de Sıracevizler'de ağladıydı. Oğlu, akıl ötesi sevimlilikte bir oğlan çocuğuyken Barış Ali takma ismiyle, yaşından büyük resimler yapan en sevgilisi, kendi biriktirdiği parayla bir ev açmıştı. Savaş'la birlikte gittiydik. Evi dolaştı, oğlunun artık en yakın arkadaşı olduğunu iyice kavradı ve bir güzel ağladı.

YAŞANTI ZENGİNİYDİ

Ardından, Haldun Taner'in ve Türkiye tiyatrosunun başyapıtı 'Sersem Kocanın Kurnaz Karısı'na göz diktim. Savaş'ı arayıp, ilk viskiyi ben ısmarlıyorum diyerek Kaktüs'e çağırdım. Tasarımımı anlatıp, sence Tovmas Fasulyeciyan'ı, hele Münir Abi'nin (Özkul) üzerine, oynayabilecek tek oyuncu kim, dedim. Üç dört saniye bakıp güldüydü. Gene muazzam bir iş çıkartmıştı, tamamen farklı, eşsiz bir Fasulyeciyan'ı inşa etmişti Savaş. Şarkı sözlerini birlikte yazmıştık, Melih (Kibar) de bestelemişti. Melih önce gitti, Savaş şimdi gitti, bu işin de sahiden pek tadı kalmadı.

Savaş çok zekiydi, çok yetenekliydi, muazzam bir hayal gücü vardı, çok iyi yetişmişti ve cebi inanılmaz derecede doluydu. Cebi doluydu, yani yaşantı zenginiydi, milyonlarca andan oluşan bir servetin sahibiydi. Sağlığı dingildemeye başladı-

Şehir Tiyatroları'ndan Diyarbakır Cezaevi'ne

1942 yılında İstanbul'da doğan Savaş Dinçel, İstanbul Konservatuvarı Tiyatro Bölü-mü'nde okurken, 1962'de İstanbul Şehir Tiyatroları kadrosuna girdi. Münir Özkul Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Gen-Ar Tiyatrosu'nda çalıştı. 1983'te 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan uzaklaştırılan Dinçel, Güldürü Eğitim Merkezi'nde karikatürist olarak çalıştı ve bir süre Günaydın gazetesine bant çizdi. Müjdat Gezen'le birlikte hazırladıkları Çizgilerle Nâzım Hikmet kitabı toplatılıp yargılandı, Gezen ve Dinçel bir süre Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu kaldı. Dinçel, 1989'da, Danıştay kararı ile Şehir Tiyatrolarına döndü. İki karikatür sergisi açan Dinçel, dört tiyatro oyunu yazdı.

Oynadığı oyunlardan bazıları: Godot'yu Beklerken, Yaprak Dökümü, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Vişne Bahçesi, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye, Keşanlı Ali Destanı, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye, Müfettiş, Vladimir Komarov

Sahneye koyduğu oyunlardan bazıları: Küçük Prens, Sacco ile Vanzetti, Yolcu, Fareli Köyün Kavalcısı, Tam Rolünün Adamı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım Yazdığı oyunlar: Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye, Uçurtmanın Kuyruğu, Gürültülü Patırtılı Bir Hikâye, Çok Orijinal Bir Oyun TV Dizileri: Sessiz Gemiler, Ekmek Teknesi, Esir Kalpler, Sinekli Bakkal, Bizimkiler, Cumhuriyet, Kurtuluş, Oğlum Adam Olacak Sinema Filmleri: Eve Dönüş, Abdülhamit Düşerken, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Ağır Roman, Hababam Sınıfı Güle Güle, Bir İhtimal Daha Var

Ödülleri:

• 8. ÇASOD 'En İyi Oyuncu' Ödülleri, 2001, En İyi Erkek Oyuncu, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

• 2000 Afife Tiyatro ödüllerinde Sersem Koncanın Kurnaz Kocası oyunuyla En İyi Erkek Oyuncu ödülü

• 20. İstanbul Film Festivali, 2001, En İyi Erkek Oyuncu, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

• 22. SİYAD Ödülleri, 2000, En İyi Erkek Oyuncu, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

ğında, birkaç kez rica ettiydim, bir oyun yap, ben de asistanlığını yapayım, diye. "Olur mu öyle şey," demişti hep. Ona asistanlık yapmanın, benim için aşırı tevazu göstermek olduğunu zannediyordu. Halbuki ben, şöyle ya da böyle Savaş'la çalışmayı özlüyordum. 1976 yılında başladığımız arkadaşlığın biraz daha tadını çıkartmak istiyordum.

İLK DEFA KALBİMİ KIRDIN

Sonunda kararımı da vermiştim. Nisan ayında, tuhaf yasalar gereği 'emekli' olacaktı Şehir Tiyatrosu'ndan. Öncesinde, çok istediği bir oyunu 'bizim ev'de yönetmesi için gidip Savaş'a yalvaracaktım. Ra-gıp (Yavuz) ve ben de asistanlık yapacaktık Savaş'a. Nasıl olsa, bizi uzun boylu kıramaz diye düşünüyordum. Kafasına gireriz, kalbini çalarız, razı ederiz...

A be canımın içi, Arnavut inatlım, büyük oyuncum, ilk defa kalbimi kırdın.