2008 baharının son bir ayında ikinci kezdir Diyarbakır mahkemelerine vicdani, insani ve aydın sorumluluğum gereği destek için icabet ediyorum. DTP’li belediye başkanları iki yıl önce,...

2008 baharının son bir ayında ikinci kezdir Diyarbakır mahkemelerine vicdani, insani ve aydın sorumluluğum gereği destek için icabet ediyorum. DTP’li belediye başkanları iki yıl önce, 26 Eylül 2006 tarihinde Danimarka Başbakanı Andres Fogh Rasmussen'e “Roj Tv kapatılmasın” diye mektup yazmışlardı. Ardından da haklarında ceza istemiyle dava açılmıştı: Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri uyarınca “Suç ve suçluyu övmek” gerekçesiyle. İşte o iki senedir süregiden dava nihayet 15 Nisan 2008 günü karar aşamasına gelmişti.

Bir dolu izleyici ve gözlemci ile birlikte sabah saatinde adliye kapısından teker teker üst baş aramasından sonra biraz da tıklım tıkış salondaki yerimizi aldık.
Salonda sanık yerindeki yerlerini almış olan 53 belediye başkanı adına ortak savunma yapmak üzere Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Mahkeme Heyeti adına yargıç tarafından kürsüye çağrıldı. Çağrı esnasında hâkim, duruşma sürerken “sesli ya da görüntülü kayıt yapılmasın” diye uyarısını yaparken ondan sonraki mahkeme seyrinin mizahi ipuçlarını da hem izleyiciler hem de sanıklar bizzat mahkeme heyeti başkanı yargıcın espritüel tavırlarından anlamış olsalar gerekti ki; Osman Baydemir “Merak etmeyin efendim. Gerekirse ben mahkeme dışında sayın basın mensupları için bir kez daha kayıt yapmaları için sesli olarak ek savunmayı okurum” demesiyle başladı. Tabi duruşma sürerken kimi sanıklarla “Geçen duruşmaya niye gelmedin”, “Sağlık sorununun halloldu mu?”, ve flash bellekten avukat savunmasını bilgisayara kaydetme, cep telefonundan müzikal melodi sesi yükselen izleyiciye “Kapat şu çiftetelliyi yahu” sözlerini de gülerek yetiştiren mahkeme başkanı ağır havayı yumuşatan bir figürdü itiraf etmeli…

Daha önce belediye başkanlarının yapmış oldukları savunmanın bütününün altına tekrar imza atmak kaydıyla bugünkü ek savunmalarının da dosyaya dâhil edilmesi çerçevesinde bir savunmaydı Osman Baydemir’in yaptığı. Özetle; 50’yi aşkın Demokratik Toplum Partili Belediye Başkanı’nın yargılanmasının Türkiye’nin demokrasisine gölge düşüreceğinden, içeriğinde asla suç teşkil etmediği ayan beyan olan bir mektuptan dolayı yargılandıklarından sözetti Baydemir. Roj Tv’ye destek için yazılmış mektuptan yargılamanın hukuki değil siyasi olduğunu da vurgulamak gerektiği üzerinde ısrar eden, ayrıca “bugün ülkenin hayrına olanın Roj tv gibi bir Kürtçe televizyon kanalının yurt dışından değil de içerden yayın yapan bir kanal haline dönüşmesi” gerektiğine vurgu yapan bir savunmaydı Baydemirin bütün belediye başkanları adına yaptığı.

Daha duruşmaya girerken yanımda yöremdekilerle yaptığım sohbetlerde ağırlıklı olarak ben dâhil “beraat” kararı verileceği beklentisi söz konusu idi. Adalet ve Kalkınma Partisi bunca kıstırılmışlık ve bölgede giderek puan kaybedilmişlik psikolojisini yaşarken, bu mahkemeden bir ceza kararı çıkmamasını sağlayabilirdi. Sonuç da İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişlerinin “Bakan Adına”, “siyaseten yaptıkları” soruşturma nedeniyle belediye başkanları hakkında dava açılmıştı. Hiçbir hukuki mesnedi olmayan “siyasallığı” ayan beyan bir gerekçeyle iddia makamının da bir sanık avukatının çok yerinde tespiti çerçevesinde adeta mektup yazanların “Niyet Okuyuculuğunu” yaparak oluşturduğu sava dayandırılmıştı bütün dava süreci.
Demeye getiriliyordu ki; “Hükümet taa Avrupalara giderek kamuoyu oluşturup Roj televizyonunu kapattırmaya çalışıyor. Sizin ne haddinize ki hükümetin bu politikasına aykırı davranıp karşı çıkarak tavır alıyorsunuz” Hükümet kapattırmak istiyordu, birileri de hayır kapatılmasın diye mektup yazıp kamuoyu oluşturuyordu. İşte, dananın kuyruğunun koptuğu noktada, hukuk, siyasete bir kez daha yenik düşüyordu.
Ankara merkezli siyasete göre birileri, yani seçilmiş belediye başkanları “hadlerini aşmışlardı”. O halde bu “haddini aşanlar”a bir şekilde hadleri bildirilmeliydi. İşte tam da bu had bildirme operasyonu esnasında kanımca tezahür eden yine siyasetin argümanı oldu. Tabii ki, hukuk yerine. Beraat kararını vermek, sanki Roj Tv’nin Türkiye tarafından da kabulünün anlamını gündeme taşıyacağı imasını doğuracağı düşüncesi ile olsa gerek, tasarlanan cezai yaptırımın en alt sınırı olan Türk Ceza Kanununun 215. maddesine göre 2 ay 15’er gün hapis cezası anında 1.875’er ytl’lik para cezasına dönüştürülerek karar verildi. Elbette metni imzalayan her bir belediye başkanı için…

Mahkeme salonundan çıkıp adliye kapısında karar üzerine basın açıklaması yapılırken “Haddini aşmış olanlara” bu biçilen ara formüllü mutedil cezayla hadleri bildirilmiş oluyor muydu? Ne münasebet. Bizzat Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Demokratik Toplum Partisi Eş Genel Başkanı Emine Ayna; “Sözlerimizin ve yazdığımız mektubun arkasındayız. Bu yaptıklarımız had aşmaksa bu haddi aşmayı sürdüreceğiz” diyorlardı. Kitle ise alkışlamakla desteklerini yerine getiriyordu…

Roj Tv’yi merak ediyorsanız, hiç etmeyin. O yerinde ve aynı minval üzere yayınlarını sürdürmekte kararlı. Tabii bölgeden olanca yoğunluğu ile izlenebildiği kadarıyla…
Not: Geçen haftaki yazımda bir dostumun Mülkiyeliler Birliği seçimlerindeki bir önerge üzerine mektubunu köşeme konuk etmiştim. O mektupta “eski solcular(!), eski devrimciler (!)” diye şimdiki konumları çok farklı yerdekilerden söz edilmiş. Arkadaşım der ki; kendini şimdi de solcu olarak addedenlerin gocunmasına gerek yok. O yazıda sözü edilenler kendilerini bilirmiş. Yine mektupta “ismini seçim listesinin başına yazdıran aday” seçimi kazanan aday değilmiş. 30 Mart’taki 41. genel kurulda seçilen yönetimin başkanı önergenin lehine oy kullanmış. Mektup sahibi ve köşemin konuğu Hasan Hüseyin Özkan adına düzeltilir…