Hapishane, nereden bakılırsa bakılsın, anormaldir. Pek çok nitelemenin yanında anormalliği açıktır.

Hapishane, nereden bakılırsa bakılsın, anormaldir. Pek çok nitelemenin yanında anormalliği açıktır.

Çocukluğumda, kahvelerde iki özel karakter dikkatimi çekerdi; İstiklal Savaşı gazileri ve “hapishaneciler”. Hapishanelerde belli bir süreden fazla yatan asık yüzlü amcalar bir köşede yavaştan bir şeyler anlatırdı. Fersiz bir kurdelaya bağlı madalyası göğüslerinde, gururlu gaziler konuşmaya başlayınca, hapishaneciler saygıyla susardı.

Hapishanecilik, bu ülkede nerdeyse bir alt kültür gibi yaşanmaktadır. Çünkü, kimsenin uzağında değildir; “her an herkes” hali bir yaşam geçeğidir. Başka iklimlerde anormal olan ülkemizde bizim normalimiz olmuştur. Bu normal, hapishane kültürünü yaratmıştır zaman içinde. Bir de, hapishanede kültür yaratanlar vardır. Daha önce bu köşede çalışmalarını duyurmuştum. Filiz Gencer, Uşak Hapishanesi’nde, koğuşunun dar alanında dünyayı boyuyor, resmediyordu. Kendisinden aldığım mektubu, kendisinden izin almamakla birlikte, tüm dostlarla paylaşıyorum...

 “Sevgili Sabri Kuşkonmaz,

Merhaba...

Karşı Sanat'ta açılan resim sergime dair düşüncelerinizi yazdığınız satırları okudum. İnceliğiniz için teşekkür ediyorum.

Köşe yazınızı da okumuştum. Sanata olan duyarlılığınız ve elbette biz devrimci tutsakları üretim için teşvik edici yaklaşımınız takdire değer.

Haklısınız, bu üretimlerimiz bir çeşit özgürlük eylemi. Biz buna özgür tutsak olma eylemi de diyoruz. Serez çarşısı gibi kör, sğır, dilsiz de olsa duvarlar, kolektif paylaşımı ve üretimi Bedreddince yaşıyoruz. Üretimlerimizi diğer hapishanelerdeki yoldaşlarımızla, dışardaki sizin gibi dostlarımızla paylaşıyoruz.

Ürettiklerimizle yoksul-emekçi halklarımızın arasına karışıyoruz. Bizler için bu bütünleşme çok önemli. Çünkü koşullara teslim olmamayı sağlıyor. Hoş, tüm saldırılarına rağmen, zulmün beynimize, yüreğimize, inancımıza işleyebilecek bir silahı yok.

İşte ben de resimlerimle bunu ifade etmeye çalışıyorum. El maharetinin örsünde, renk ve ışıkla, biçimle dövülen bir yaratıcılık eylemini gerçekleştiriyorum.

Biliyorsunuz, emperyalizm ve işbirlikçileri hayatın her alanında olduğu gibi resim sanatında da yozlaştırıcı politikalar uyguluyor. Mesela resim, beyler ve hanımların lüks salonlarını süsleyen bir mobilyaymış gibi yansıtılıyor. Seçkinci ve burjuvalar dünyasının sanatıymış gibi propaganda ediliyor. Oysa resim, yaratıcılığa dayalı, devrimci bir kültür, sağlam teknik ve çok büyük bir el emeği ürünüdür... Bir işçiliktir. Bunu gösteren ustalara bir destek de ben vermek istedim. Ve bu anlamdaki çabalarım, üretimlerim devam ediyor. Örneğin, size son yaptığım 35X50 cm ebadında tuval üzerine akrilik bir çalışmamın fotoğrafını gönderiyorum.

Takip ediyorsanız, günümüz ressamlarının öenmli bir kesimi yukarda bahsettiğim emperyalist propagandanın da etkisiyle resim sanatına ticari yaklaşarak, yaşadıkları dünyanın, ülkenin sorunlarını tuvallerine taşımazlar. Biz devrimci ressamların ise öncelikli sorumluluğunun bu olduğunu düşünüyorum.

Lev Tolstoy; “sanat ve edebiyat beyin yıkamanın en güçlü biçimidir...” diyor. Bu anlamda sanat ve edebiyat doğru ellerde olmalı. Burjuvazinin değil, halkın yararına kullanılmalı. Bunu bir nebze de olsa başarabiliyorsak ne mutlu bize.

Şimdilik böyle kısa bir merhaba demiş olayım. Mektubunuzu bekliyorum. Sanat ve edebiyat üzerine sohbetlerinizi köşenizden de takip ediyorum. Umarım mektuplarla da konuşuruz tüm bu konuları. Mektubun sonuna geldim ama bir “Nasılsınız?” bile dememişim. Umarım, sağlık-sıhhat bir sorun yoktur. Bizler iyiyiz. Buradaki herkesin (4 kişiyiz) selamı var. Sevgilerimle, Filiz”

 
Haftanın dizesi; “Ateşe ve rüzgara dair bir dize kuşan” ( A. Hicri İzgören, Suç Duyurusu, Avesta)