Birkaç yıl önce, ülkemize Kübalı şair Pablo Armanda Hernandez konuk olmuştu...

Birkaç yıl önce, ülkemize Kübalı şair Pablo Armanda Hernandez konuk olmuştu. Önce İzmir’de yapılan 21 Mart Dünya Şiir Günü etkinliklerine katılmış, sonra da İstanbul’a gelmişti.

İstanbul etkinlikleri sırasında, sevgili üstadım Tarık Günersel’in önerisiyle, şaire önemli bir şiir ödülü sunduk: Yunus Emre Şiir ödülü. Kübalı şairimiz, Türkiye’den, ödülden, gördüğü konukseverlikten ve en önemlisi İstanbul’dan çok etkilenmişti.  PEN merkezindeki alçakgönüllü ödül töreninde, konuşmasının sonunda gözyaşlarını tutamamış, yaşlı şairin beyaz sakalından inci gibi gözyaşları süzülmüştü.

Onun çocukluğunda ve gençliğinde İstanbul, bin bir gece masallarında yer alan bir hayal ülke kentiydi. O denli uzak, o denli çekici ve güzel.  “Yok sandığım bu hayal kentteyim şimdi. Çok büyük bir dostlukla karşılandım ve o hayal kentte, gerçek olduğunu düşünmediğim kentteyim ve üstelik bana ödülü verildi” demişti.

Bugünlerin yoğun ve sıcak gündeminde şimdi nereden çıktı bu Kübalı öyküsü denebilir;  15 Haziran’da Portekiz toprakları tükenip, Atlas Okyanusu başladığında, PEN merkezindeki şair Pablo Hernandez kadar, belki daha fazla heyecanlıydım. Bir ütopya adasına, Küba’ya gidiyorum! Öyle bir heyecan  ki, Madrid -Havana arasındaki on saatlik yolu, yerel saat farkını atlayıp yanlış hesaplamışım. Altı saat sonra Küba toprağını havadan görme isteğiyle burnumu cama dayadım. Adayla ilk ilişki panoptikon hegomanik bir deneyim olsun.  Tam dört saat sonra görebildim! Elimdeki Uzamların Tarihi’ni de bu yüzden bitiremedim. Bu yolculuk için kitap öyle bir cuk oturdu ki…

Anlaşılmıştır ki, bundan sonra en az on yazı Küba üzere olacak! Üstelik, yola çıkarken lafladığım Halis kardeşime, “Sadece gidip göreceğim, bir çeşit iç yolculuk yapmak istiyorum aynı zamanda. İki satır Halis için yazayım, o da sebeplensin demeyeceğim” diye kestirip atmama  karşın…  İlk elde kısa birkaç not;

1.  Yalabık bir orta sınıf sevecenliği ile oraya asla şeker götürmeyin. Ve asla otobüse şeker için koşan birkaç çocuk ve yaşlı kadına bakarak, Küba’nın ne denli yoksul, zavallı olduğu sonucunu çıkarmayın! Çünkü o kadar çocuktan daha fazlası Mecidiyeköy meydanında arabaların önüne atlayıp cam siliyor…

2.  Sakın ola ki sabun şampuan gibi şeyleri asla ve asla götürmeyin. Kübalılar bizden daha temiz ve hiçbirisinin sabuna ve şampuana ihtiyacı yok.

3.  Grup halinde gidecek olursanız, kötücül ve gaddar orta sınıf ahlakını nezaket sanan, orta sınıf ahlakının iktidarın ahlakı olduğunu ve iktidar ahlakının da “ahlaksızlık” olduğunu bilmediğinizi sanan tiplere de fazla aldırmayın. Bu cümlede, Küba’da birlikte olduğumuz can dostları ayrı tutuyorum…

Notlar yineleme pahasına daha sonra sürecek. Şimdilik demem odur ki; başta andığım şair bir yok ülkeye gelip mutlu olmuştu. Bense yok olmakta olan bir hayal ülkeye vardım. Güzel  hayal ülkeye. Uğruna can verdiğimiz, uğruna can vereceğimiz bir geleceğe…

Haftanın dizesi; “ Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında/ Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim” (Jose Marti, Çev. Ataol Behramoğlu, Dünya Şiir Antolojisi, haz. Ö. İnce-A.Behramğolu, Söylem Y. 1987)