Tüm bu filmlerde heyecan uyandıran teknoloji kullanımı ne zaman ve nasıl gerçekleşir çok bilmiyorum ama şimdilik biz bilişim çalışanları için komedi gibi görülse de fazla bir zaman almayacağına dair de bir hissim var.

Hayatımız film
Fotoğraf: Pixabay

Tolga MIRMIRIK

Yapay zekâ işimizi elimizden alacak mı sorusunun cevabının daha netleştiği ve çoğu tekrarlı ve lineer akışa sahip işlerde çalışanlar için bu cevabın pek de hoş olmadığı günümüzde, medya ve sinema endüstrisi de bu konuda insanları korkutma görevini sürdürüyor. Yapay zekâ ve bilişim sektöründeki gelişmeler tüm insanlık hayatında hiç olmadığı kadar hızlı ilerliyor ve herkes tarafından çok hızlı şekilde uyarlanıyor. Yazının bulunmasından bunun Gutenberg sayesinde matbaada basılı yayın haline gelmesi arasında yaklaşık olarak 6 bin yıl var ancak matbaanın bulunmasından bir birleşik ağ üzerinde ilk mesaj gönderilmesi arasında sadece 519 yıl geçmiştir.

İnternet üzerinden gönderilen ilk uzak mesaj, 29 Ekim 1969 tarihinde UCLA'deki Leonard Kleinrock tarafından Stanford Araştırma Enstitüsü'ndeki Charley Kline'a gönderildi. Bu mesaj, "LO" (Login) olarak başlamıştı ancak gönderilen metin tamamlanamamıştı çünkü sistem çöktü. Mesajın tamamlanabilen kısmı ise "LOGIN" (oturum aç) komutunu içeriyordu. Bu, internetin ilk kullanılan mesajlarından biri olarak kabul edilir. Bu konuyu çok iyi anlatan Werner Herzog’un “Lo and Behold: Reveries of the Connected World” isimli belgesel filmini izlemenizi tavsiye ederim. Bir belgesel olmasından dolayı gerçek bilgisayar dünyasını en iyi yansıtan yapımlardan birisidir. Ne yazık ki eğlence kültürü ve sinema sektörü bilgisayarlar ve bilişim uzmanları ile ilgili gerçekleri anlatmakta “Lo and Behold” kadar gerçekçi olamıyor. Yıllar boyunca sektörde oluşturulan “nerd” ve “geek” prototipleri ile uzun bir süre bilişim uzmanları toplum dışında tutulmuş durumdadır. Bilgisayar uzmanlarının evlerine (hatta olay Amerika’da ise garajlarına ya da bodrumlarına) kapalı aşırı kilolu, sağlıksız beslenen, sosyal hayatı neredeyse sıfır olan, korkak ve içe kapanık kişilerden oluştuğuna dair bir algı çoğu insanda yerleşmiştir. Anti-sosyallik ya da insanlarla iletişimi çok sevmeme kısmına kişisel olarak katılıyorum.

Bilgisayarların sinema sektöründe konu edinilmesi çok da yeni bir şey değil. Bilgisayar terimi henüz günümüzdeki modern anlamında kullanılmadan önce 1927 yapımı Alman yönetmen Fritz Lang tarafından çekilen bir bilim kurgu ve distopya filmi olan “Metropolis”’te ilk bilgisayar etkisini görürüz. Bu filmdeki bilgisayar unsuru, insan benzeri bir robot olan "Maria"yı yaratma amacıyla kullanılır. Metropolis'in lideri, bilim insanı Rotwang tarafından yaratılan bu robotu, işçi sınıfını kontrol etmek ve yönetmek için kullanmayı planlar. Robotun kontrolünün ardındaki bilgisayar benzeri mekanizma, filmde teknolojinin ve bilimin toplumsal etkilerini vurgular.

Daha yakın dönem filmi sayılabilecek “Desk Set” ise, 1957 yılında çekilmiştir. Katherine Hepburn'ün canlandırdığı karakter, bir kütüphanede çalışan ve şirketin "Büyük Elektronik Beyin" adlı yeni bir bilgisayar sistemi kurulumunu araştıran bir karakterdir. Bu yeni sistem, iş süreçlerini daha verimli hale getirmek ve bilgi işleme kapasitesini artırmak amacıyla kullanılmak istenir. Ancak, Spencer Tracy'nin canlandırdığı karakter ise bu yeni teknolojinin çalışanların işlerini alıp almayacağı konusunda endişeler taşır.

Film, geleneksel iş metotları ile yeni teknolojinin çatışmasını ve bu süreçte ortaya çıkan komik durumları ele alırken, insanların teknolojiye nasıl uyum sağlayabileceğini ve insan dokusunun teknolojiyle nasıl bütünleşebileceğini sorgular. Yıllardır pek de bir şeyin değişmemiş olması bizler için oldukça utanç verici olsa gerek.
Benim gibi X kuşağını en çok etkileyen filmlerden olan “2001: Space Odyssey (1968)” filmi ve “The Terminator (1984)” serileri ise konuyu artık yapay zekâya getirmeyi başarmış durumdadır. Daha yakın dönem yapımları olan “The Matrix (1999)”, “I, Robot (2004)” ya da “Ex Machina (2014)” ise tüm izleyiciler arasında yapay zekâ korkusunun iyice yerleştiği zamanları başlatmıştır. Son olarak “Mission: Impossible – Dead Reckoning (2023)”’in ilk bölümünde işlenen yapay zekâ, işlerin ne kadar sarpa sarabileceğine iyi örnek veriyor aksiyon sineması ve bilişim severler için.

Tüm bu filmlerde heyecan uyandıran teknoloji kullanımı ne zaman ve nasıl gerçekleşir çok bilmiyorum ama şimdilik biz bilişim çalışanları için komedi gibi görülse de fazla bir zaman almayacağına dair de bir hissim var. Tabi ki hala NASA, CIA, NSA, MI6 gibi kuruluşların güvenliklerini devasa ekranlarda grafik arayüzlerini ve komut satırlarını kullanarak 30 saniyede aşabilen “geek”’leri gördükçe güleceğiz. Elbette bilişim uzmanları olarak her tuşa basıldığında “beep” sesi gelmesini ya da ekrana bir bilgi dökülürken yavaşça ve sesli olarak bunun gerçekleşip tüm yazıların da kullanıcının yüzüne yansımasını tebessüm ile izleyeceğiz. Sağlıcakla kalın. İyi haftalar.